Kamusal alanda yer alan sanatın sadece doğal şartlara değil insanlardan gelen her türlü fiziksel etkileşime de açık olduğunu biliyoruz. Kamuyu oluşturanlardan herhangi birisi olan bireyin dışında kamusal yönetim erkini elinde bulunduranların da potansiyel olarak sanat nesnesine düşmanca davranabildiğini sürekli olarak deneyimliyoruz.
Peki, özel mülkiyetin koruyucu fanusunun dışında yer alan sanat nesneleri hukuki olarak haklarından mahrum mudur? Eğer varlıklarını sürdürmelerini garantileyecek hukuki hakları varsa bunlar nelerdir? “Fikrî ve Sınai Haklar” konusunda çalışan Avukat N. Berkay Kırcı’ya bu soruları sorduk:
Av. N. Berkay Kırcı
Zıtlar Mecmuası: Kamusal sanat eserlerine ilişkin fikrî ve sınai haklar hakkında özel yasalar mevcut mudur?
N. Berkay Kırcı: Genel olarak, fikrî mülkiyet (intellectual property/IP) olarak tabir edilen kavram; eser, eser sahipliği (telif hakkı/copyright), bağlantılı haklar (neighbouring rights) ve ilgili diğer konuların düzenlendiği fikrî haklar ve marka, patent, faydalı model, tasarım ve benzeri konuların düzenlendiği sınai haklar olmak üzere ikili bir ayrıma tabi tutulmaktadır.
Eser sahipliğinden doğan hak (telif hakkı/copyright) başta olmak üzere, ilgili diğer hukuki müesseselerin düzenlendiği en temel metin 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’dur.
Benzer şekilde, sınai mülkiyet hakları olarak tabir edilen hususların düzenlenmiş olduğu en temel ve güncel metin ise 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’dur.
Somut olayın özelliğine göre yukarıda belirtilen temel kanun metinlerine ek olarak, ilgili diğer mevzuatın da göz önüne alınması gerekebileceği ayrıca belirtilmelidir.
Örneğin, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri kapsamında ve “güzel sanat eseri” olarak korunan fikrî bir emek ürünü, ilgili mevzuatta belirtilen şartları sağlaması koşuluyla, aynı zamanda taşınır ve/veya taşınmaz kültür varlığı olarak da korunabilecektir. Bu gibi bir durumda, temel metin olan 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na ek olarak, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki düzenlemeler de uygulama alanı bulabilecektir.
Türkiye’de heykelinin kent belleğindeki yeri ne yazık ki kaybedilmeler ve kaldırılmalarla doludur. Çağdaş heykel sanatımızın öncü sanatçılarından Kuzgun Acar’ın eserlerinin ilk kaybı/kaldırılması Ercüment Tarcan’ın Karaköy’de yaptığı Tatlıcılar Binası’nın zemin katındaki pastane için ışıklandırma sistemidir. Plastik malzemeden abajurlar ve abajurların kablolarını gizleyen, çivi yazılarına benzer motifler oyulmuş, siyaha boyalı ahşap panolardan oluşan eser mekân sahiplerince önce depoya kaldırılır, sonra da kaybolurlar. İkinci kayıp eser ise Ankara’dandır. Sanatçının 1967 yılında, Kızılay’da bulunan Emek İş Hanı’nın ön girişine yaptığı, Anadolu’nun çoraklaşma sonucu kaybettiği toprakları anlatan, büyük boyutlu metal Türkiye rölyefi 1974 yılında yerinden sökülür. Rölyef bir süre Emekli Sandığı’nın depolarında bekletilir ve ardından kurumun eski yöneticilerinden eserin hurda olarak iyi bir fiyat satıldığı öğrenilir. Son kayıp eser ise sanatçının 1973’te Cumhuriyetin 50. Yılı kapsamında Gülhane Parkı için yaptığı yarı soyut kuş heykelidir ve meçhul bir şekilde ortadan kaybolmuştur.
Söz konusu kamusal sanat eserlerin hesabını yetkili kurumlara sormakla ilgili düşünmeye başladığımızda aklımızda ilk beliren soru şu oldu: Peki, bu kayıp eserlerin sahibi gerçekte kimdir?
ZM: Kamusal alanlarda ya da mekânlarda yer alan sanat eserleri hukuken kime aittir?
NBK: 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre, fikrî bir emek ve/veya çaba neticesinde yaratılan/ortaya çıkarılan bir ürünün (fikrî emek ürünü), bu kanun kapsamında korunabilmesi için bazı şartların toplu olarak (kümülatif bir şekilde) bir arada bulunması gerekmektedir.
Bu koşullardan ilki “eserin, sahibinin özelliğini taşıyor olması”dır.
Eserin, sahibinin özelliğini (hususiyetini) taşımaktan anlaşılması gereken, fikrî bir çalışmada ortaya konulan bağımsız bir bilgi, hüner, beceri, yorum, düşünce, özel çaba ve emeğin bulunması ve eser sahibinin bilimsel erkini ortaya koyarak, ortalama nitelikteki bir insanın sergileyebileceğinden daha yaratıcı bir ürün ortaya çıkarmasıdır.
Bu koşula ek olarak, yaratılan eserin, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunabilmesi için “kanunda belirtilen eser kategorilerinden birine dâhil olması” gerekmektedir. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre, eserler sınırlayıcı olmayacak şekilde ve genel başlıklar altında dört temel eser kategorisine ayrılmış durumdadır. Bunlar “İlim ve Edebiyat Eserleri, Musiki Eserler, Güzel Sanat Eserleri ve Sinema Eserleri” şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Kamusal alan ya da mekânlarda karşımıza çıkan eserler (örneğin heykeller, mimarlık eserleri, seramik panolar, resimler ve benzerleri) daha çok güzel sanat eseri kapsamına girmektedir.
Güzel sanat eserleri özelinde bir değerlendirme yapıldığında, az önce bahsetmiş olduğum özelliklere ek olarak, bu yaratımların aynı zamanda “estetik niteliğe sahip olması” da gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, güzel sanat eserlerinin sahibinin hususiyetini taşıma ve eser kategorilerinden birine dahil olması şartlarına ek olarak görme duyumuza da hitap etmesi ve bizde estetik bir haz uyandırması gerekmektedir.
Kamusal alan ya da mekânlarda yer alan ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu anlamında güzel sanat eseri olarak korunabilecek fikrî emek ürünlerini oluşturan şahıslar, “eser sahibi” olarak anılmakta ve sadece bu yaratma olgusu ile yaratılan eserlerden kaynaklanan tüm haklar eser sahibine ait olmaktadır. Bir diğer ifadeyle, 5846 Sayılı Kanun, eser sahipliğinde “meydana getirme” yani eseri yaratma ölçüsünü esas almıştır. Eseri yaratan kişi, eser sahibi olup; eser sahipliğinden doğan hakları kullanma yetkisine sahiptir.
Eser sahipliğinden kaynaklanan hak (telif hakkı/copyright) esasen birden fazla hak ve yetkiyi içermektedir. Bunların bir kısmı, eser sahibine, eserden iktisaden yararlanma yetkisi veren “mali haklar” ve bir diğeri ise eser sahibi ile yarattığı eser arasındaki bağın sağlamlaştırılması amacıyla düzenlenmiş “manevi haklar”dır.
Kamusal alanlarda yer alan güzel sanat eserleri özelinde düşünüldüğünde, bu tür eserlerin çoğu zaman sipariş üzerine ve eser (istisna) sözleşmesi kapsamında belirli şahıs, kurum ve/veya kuruluşlar için yaratıldığı gözlemlenmektedir. Eser sahibi, bu tür eserleri kimin için yapıyor ise, onlar ile yapılan sözleşmeler çerçevesinde, eser üzerindeki mali haklar veya bunların kullanım yetkilerini ilgili şahıslara devredebilmektedir. Bu gibi bir durumda da eserden kaynaklanan mali haklar ve/veya bu hakların kullanım yetkileri ilgili şahıs, kurum veya kurumlara geçmektedir.
Kuzgun Acar / Türkiye Rölyefi
http://evvel.org/1967den-1988e-kuzgun-acarin-turkiye-rolyefi
ZM: Kamusal sanat eserinin mülkiyet hakkına sahip olan kurumun esere zarar vermemek, eseri tahrip etmemek veya eseri yok etmemek gibi yükümlülükleri var mıdır?
NBK: Az önce bahsettiğim üzere, eser sahibinin, yaratmış olduğu eser üzerinde hem mali ve hem de manevi hakları bulunmaktadır. Eser sahibi, yaratmış olduğu eser üzerindeki mali haklarını bir üçüncü kişiye devretse dahi, genel kural manevi hakların devredilememesidir. Bu sayede eser ile eser sahibi arasındaki bağ korunmaktadır.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda düzenlenen ve eser sahibine bahşedilen manevi haklardan bir tanesi, md.16’da düzenlenen “Eserde Değişiklik Yapılmasını Men Etmek” hakkıdır. Bu hak kapsamında eser sahibi, şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilecektir. Eser sahibi, bu hususa ilişkin önceden kayıtsız ve şartsız olacak şekilde yazılı bir izin vermiş ve/veya bu hakkından vazgeçmiş olduğunu belirtmiş olsa bile, 5846 Sayılı Yasa’ya göre, bu yönde verilmiş olan her tür taahhüt ve benzeri tasarruf, hükümsüz/geçersiz olarak addedilmektedir.
Yine 5846 Sayılı Kanun md.17/II, eseri çeşitli şekillerde devralmış şahsın, ilgili eser üzerinde dilediği gibi tasarruf edebileceğini; ancak eseri bozamayacağı ve yok edemeyeceği ve eser sahibinin haklarına zarar veremeyeceğini çok açık şekilde belirtmiş durumdadır.
Dolayısıyla, bir kez eserin, sözleşme ile veya başka şekillerde bir üçüncü kişinin malvarlığına geçmesi demek, otomatik olarak, bu eseri devralan kişinin eser üzerine istediği değişikliği yapabileceği, eserin bütünlüğünü bozabileceği ve/veya eseri yok edebileceği anlamına gelmemektedir.
Kuzgun Acar örneğinde yaşanılan sanatçıya ait eserin parçalara ayrılarak depoya kaldırılması, yıllarca bu depoda adeta çürümeye terk edilmesi ve sonrasında da hurda olarak satılması, esasında, sadece eserin mahiyet ve hususiyetini bozmamakta; aynı zamanda sanatçının/eser sahibinin eserinden kaynaklı şeref ve itibarını da açık şekilde zedelemektedir.
Tüm bu açıklamalar, kamusal güzel sanat eseri üzerindeki mali haklara sahip olan kişi, kurum veya kuruluşun esere zarar vermemek, tahrip etmemek, onu yok etmemek gibi yükümlülüklerinin bulunduğunu açık şekilde işaret etmektedir.
Kuzgun Acar’ın Yapıtı Hurda Fiyatına Satıldı, Milliyet 1988
ZM: Kamusal sanat eserlerinin koruma ve yenileme çalışmaları nasıl ve hangi kurumlar tarafından denetlenmektedir?
NBK: Kamusal alan ve mekânlarda bulunan güzel sanat eserlerinin, bireyler ile iç içe yaşamakta olan, herkesin erişme imkânına sahip olduğu, bireylerin estetik ihtiyacını gideren ve bu vesile ile toplumun kültürel, sanatsal ve bütünsel gelişimine ciddi biçimde katkı sağlayan en önemli araçlardan bir tanesi olduğunu düşünmekteyim.
Bu tür eserlerin korunması, bütünlüğüne zarar verilmeksizin bulunduğu yerde muhafazası, esasen, bu eserlerle ilgili toplumsal bilincin gelişimi ile doğrudan orantılıdır. Avrupa başta olmak üzere, diğer gelişmiş ülkelere bakıldığında, kamusal alan ve mekânlarda yer alan güzel sanat eserlerinin yetkililerden önce vatandaşlar tarafından benimsendiği ve korunmakta olduğu ortadadır.
Ancak, Türkiye gibi henüz bu bilincin gelişmediği ve yakın zamanda gelişme imkânının da maalesef bulunmadığı ülkelerde, bu tür eserlerin korunması için gerekli tedbir ve önlemlerin alınması yetkili birimler aracılığıyla olmak durumundadır. Bu ise, eserin bulunduğu yer, bölge, buralarda hangi kurum/kuruluşların yetkili olduğuna göre değişmektedir. Örneğin, Ankara’da Çankaya Belediyesi’nin sınır ve sorumluluk alanı içerisinde bulunan bir parkta yer alan bir heykelin temizlik, koruma ve gerektiğinde yenilenmesinden Çankaya Belediyesi’nin sorumlu olması gerekmektedir. Yine aynı kurumun, ilgili eserlere zarar verilmemesi, bu eserlerin bulundukları yerden çalınmaması ve benzeri tedbir önlemlerini alması beklenmekte ve gerekmektedir.
Anayasamızın hükümleri kapsamında değerlendirildiğinde, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde ana kural, idarenin yapmış olduğu her tür eylem ve işlemler ile ilgili hesap vermesi, bu eylem ve işlemlerin saydamlığıdır.
Her bir somut olay kapsamında, vakıa ve sorumluların kimler olduğunun tespit edilmesi için İdarenin bu konuya ilişkin gerekli açıklamaları yapması ve kusur sorumluluğu (hizmet kusuru, kişisel kusur) ve/veya kusursuz sorumluluk ve mevzuatta yer alan diğer koşulların gerçekleşmesi hallerinde, idarenin ortaya çıkan zarardan sorumlu tutulması, her zaman söz konusu olabilecektir.
ZM: Kamu kurumları ve özel sektör tarafından yaptırılan bir kamusal sanat eseri herhangi bir mal/hizmet ile aynı kategoride mi değerlendiriliyor?
NBK: 5846 Sayılı Kanun kapsamında korunan, maddi nitelikte olmayan ve kişilerin fikrî çabaları sonucu yarattıkları fikir ve sanat eserleri üzerindeki haklardır. Buradaki korumanın esas amacı ve kapsamı fikrî ve sanatsal çabadır. Fikrî ve sanatsal çaba, yaratılan ürüne, onu yaratanın özelliğini yansıtmaktadır.
Herhangi bir mal/ürün 5846 Sayılı Kanun’da belirtilen niteliklere sahip değilse, bunun “eser” olarak addedilebilmesi, eser sahipliğinden ve bu anlamda 5846 Sayılı Kanun kapsamında bir korumadan yararlanabilmesi mümkün değildir.
Bu yönü itibariyle de, eser ve eser üzerindeki haklar, herhangi bir mal/hizmet ile aynı kategoride yer almamaktadır.
ZM: Kamusal sanat eserinin siparişi veya satın alınması sırasında fikrî ve sınai haklar çerçevesinde hangi hususlara dikkat edilmelidir?
NBK: Gerek kamusal alanda yer alan bir güzel sanat eseri olsun, gerekse 5846 Sayılı Kanun kapsamındaki diğer eser kategorileri içerisinde yer alsın, belirli bir ücret karşılığında herhangi bir eserin yaratılmasına ilişkin eser (istisna) sözleşmeleri ve/veya yaratılmış bir eser üzerindeki mali hakların devri veya kullanım haklarının devrine (ruhsat) ilişkin sözleşmelerin muhakkak yazılı olarak yapılması gerekmektedir.
Bu sözleşmeler kapsamında, eser sahibinin, yaratacağı ve/veya yarattığı eser üzerindeki hangi mali hakkı ve/veya kullanım hakkını devrettiğini belirtilmesi, ilerleyen dönemlerde ortaya çıkabilecek olası uyuşmazlıkların çözümlenmesi aşamasında oldukça yararlı olacaktır. Benzer şekilde, eser türlerine göre farklılık göstermekte ise de, bu devrin ve/veya kullanım hakkının, süre, yer, içerik, sınırlı veya sınırsız olarak yapılıp yapılmadığının da belirtilmesi olası uyuşmazlıkların ortaya çıkmasına engel olabilecektir.
Dolayısıyla, eser sahiplerinin, eser ile ilgili sözleşmeler imzalamadan önce, sözleşme kapsamında düzenlenen hususların nelerden oluştuğu, bunların kendileri açısından olumlu ve/veya olumsuz taraflarının ne olacağını ciddi şekilde incelemesi ve değerlendirmesi gerekmektedir.
1976 yılının Haziran ayında, Çağdaş heykel sanatımızın kamusal eserleriyle öne çıkan sanatçısı Mehmet Aksoy Antalya Festivali kapsamında belediye binasının önüne bir işçi ve kucağındaki çocuk temsili olan heykel çalışmasına devam etmektedir. 22 Haziran 1976 tarihli Milliyet gazetesi haberine göre, Aksoy bir sabah uyandığında heykeli yıkılmış halde bulmuştur. Gazetede sanatçının ve arkadaşlarının eserlerinin “sol yönden işlendikleri gerekçesi ile sağcı bir grubun sabote ettiği” ifadesi yer almaktadır. Aksoy heykeli tekrar yapsa da belediyenin önündeki İşçi ve Çocuğu heykeli, dört sene sonra 12 Eylül darbesi ile yerinden kaldırılmıştır. 1994 yılında ise Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, sanatçının Altınpark’taki Periler Ülkesinde adlı heykelini “muzır” bulup, “böyle sanatın içine tüküreceğini” belirterek heykeli yerinden kaldırtır. Aksoy’un heykelinin hakkını aramak için Melih Gökçek’e açtığı dava 2002’de heykelin yerine konması ve Gökçek’in maddi ve manevi tazminat ödemesi kararı ile sonuçlansa da belediye avukatları kararı temyiz edip, Yargıtay’a başvurmuşlardır. Karar değişmemiş ancak heykel evine dönmek için 3 yıl daha beklemiştir. Sanatçının 2000 yılında Datça’da Can Yücel için yaptığı mezar da, Can Yücel’in ölüm yıldönümünde mezara şarap dökülmesi ve AKP Datça İlçe Başkanı Ahmet Sedat Deniz’in “…milletimizin inançlarına, geleneklerine, manevi duygularına küfretmeye, hakaret etmeye kalkışmalarına da sessiz kalacak değiliz” açıklamasından sonra saldırıya uğramıştır. Sanatçı tahrip edilen heykelini tekrar yapmıştır. Mehmet Aksoy 2011 yılında bu sefer dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile karşı karşıya gelmiştir. Sanatçının Kars’ta yaptığı, İnsanlık Anıtı isimli heykel Erdoğan’ın “Bu ucube yıkılacak” talimatı ile yerinden kaldırılmıştır. Bu süreçte Mehmet Aksoy, Erdoğan’a açtığı davayı 10 bin lira tazminat sonucu ile kazanmıştır.
Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı
http://www.mehmetaksoy.com/
ZM: Kamusal alana ya da mekâna yerleştirdikten sonra kamusal eserin sanatçısı ya da varisleri bu eserler üzerinde hangi haklara sahip olurlar?
NBK: Daha önce de değinildiği üzere, eser sahibi, eseri üzerindeki mali haklarını başkaca kişilere devretmiş olsa bile, eser ile arasındaki bağı sağlayan manevi haklarını devretmemektedir. Bir başka ifadeyle, kural, eser üzerindeki manevi hakların devredilmemesi; manevi hakların eser sahibi üzerinde kalmaya devam etmesidir.
Bu anlamda, bizzat eser sahibi, mali haklar devredildikten sonra dahi, eserin, kendi adı veya takma adı ile yahut adsız olarak, umuma arz edilmesi veya yayımlanması hususunda karar vermek yetkisine sahiptir.
Eser sahibi, eserde veya eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılmasını engelleyebilmektedir. Yine bu kapsamda, eser sahibi, eser üzerindeki mali haklarını ve/veya bu hakların kullanım yetkisini devretmiş olsa bile, şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilecektir.
5846 Sayılı Kanunu’na göre, özellikle sorunuz özelinde, güzel sanat eseri olarak değerlendirilen yağlı ve suluboya tablolar, her türlü resimler, desenler, pasteller, gravürler, güzel yazılar ve tezhipler, kazıma, oyma, kakma veya benzeri usullerle maden, taş, ağaç veya diğer maddelerle çizilen veya tespit edilen eserler, kaligrafi, serigrafiler ve yine heykeller, kabartmalar ve oymaların yaratıcıları (eser sahipleri); eserlerinin asıllarından geçici bir süre için yararlanmayı talep etme hakkına sahiptir.
Eserin tek ve özgün olması durumunda, eser sahibi, kendisine ait tüm dönemleri
kapsayan çalışma ve sergilerde kullanmak amacıyla, koruma şartlarını yerine getirerek iade edilmek üzere eseri isteyebilecektir.
Eseri, eser sahibinden edinmiş olan üçüncü kişi, eser üzerinde dilediği gibi tasarruf edebilecek ise de, eseri bozamayacak ve yok edemeyecek ve eser sahibinin haklarına zarar veremeyecektir. Bu gibi bir durumda, eser sahibinin müdahale imkânı bulunmaktadır.
Bahsetmiş olduğum bu hususlar, bizzat eser sahibinin, eseri üzerindeki manevi haklarına dayanarak talep edebileceği hususlardır.
Kural az önce de belirttiğim üzere, manevi hakların devredilememesidir. Ancak 5846 Sayılı Kanun, bazı durumlarda eser sahibine ait manevi haklardan bazılarının, eser sahibinin mirasçıları tarafından kullanılabileceğini de hüküm altına almıştır. Bu durum ise, manevi hakların devredilemeyeceği yönündeki genel kuralın istisnası niteliğindedir.
Özellikle sorunuz özelinde, eser sahibinin mirasçıları, eser sahibinin şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri, eser sahibinin ölümünden itibaren 70 yıl süresince menedebilecektir.
Günümüzde Ulus’taki Anafartalar Çarşısı içinde 1963 tarihli Füreya Koral, Seniye Fenmen, Cevdet Altuğ ve Atilla Galatalı’ya ait seramik panolar, Nuri İyem ve Arif Kaptan’a ait akrilik duvar resimleri ve Adnan Turani’ye ait sgrafitto duvar resmi bulunuyor. Duayen sanatçılarımızın imzalarını taşıyan bu eserlerle çağdaş sanat tarihimiz için bir araştırma alanı niteliğinde, yaşayan bir müzeye dönüşen çarşı kent belleğinde kültürel mirasında geniş bir yer kaplıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin “Tarihi Kent Merkezi” adlı projesi ile tarihi dokuya uygun olacağı iddia edilen meydan çalışması kapsamında yıkılması planlanan çarşı içindeki sanat eserlerine ne olacağı ise henüz netleşmiş değil. Karşı davalar ve bilirkişi raporları bir tarafta birikirken, N. Berkay Kırcı’ya kamusal sanat eserlerinin yıkım tehdidine karşı hak aramanın yollarını sorduk.
Cevdet Altuğ’un Anafartalar Çarşısı Seramik Duvarı
Fotoğraf: Can Mengilibörü
ZM: Bu eserlerin yıkım tehdidi ya da yıkımı halinde sanatçı ya da varisleri haklarını nasıl aramalıdırlar?
NBK: Bu konu ile ilgili olarak yapılabilecekler esasen birden fazladır. Bu husus, tamamen, hak sahiplerinin neyi hedeflediği ve amaçlarına göre farklılık göstermektedir. Hukukumuzda, her olayın kendi öznel koşullarına göre değerlendirilmesi esastır. Bu anlamda her bir olay gelişim süreci ve yaşanan vakıalar kapsamında ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Bu yüzden, her bir olaya uygulanacak standart bir şablon çıkarılması çoğu zaman maalesef mümkün olamamaktadır.
Daha önce de bahsettiğim üzere, kamusal alan ya da mekânlarda yer alan eserler, daha çok güzel sanat eserleri (örneğin seramik panolar, heykeller, resimler, v.s.) kapsamında değerlendirilmektedir. Muhakkak, alanında akademik ve bilimsel yetkinliğe sahip kişiler tarafından bu hususlar ayrıca teyit edilmeli ve bahse konu fikrî emek ürünlerinin 5846 Sayılı Kanun’un aradığı anlamda ve güzel sanat eseri kapsamında korunabilip korunamayacağı belirlenmelidir.
Bu tespit ve değerlendirmeler sonrasında, bu ürünlerin güzel sanat eseri olarak değerlendirilebileceği kanısına varılır ise, sanatçı ve/veya mirasçılarının, eserin kamusal alan ya da mekândaki mevcut durumlarını mahkeme aracılığıyla tespit ettirmesinin oldukça yararlı olacağını düşünmekteyim.
Zira Anafartalar Çarşısı örneğinde olduğu gibi, bu ve benzeri yapılar, siyasi bir takım kararlar ve hatta çıkarlar çerçevesinde, içerisindeki değerler, bu yapıların neyi temsil ettiği, hangi dönemlere ışık tuttuğu, kaç kişinin geçimini doğrudan etkileyeceği ve benzeri hiçbir husus dikkate alınmaksızın, her an, yıkılma ve toplumsal hafızamızdan sonsuza kadar silinme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Belirttiğim şekilde bir tespitin yapılması, özellikle eser sahibi ve/veya mirasçılarının yıkım durumunda eserin yok olması halinde talep edebileceği tazminat ve benzeri hukuki talepler bakımından, yapı yıkılmadan önce o mekânda bu eserlerin yer aldığını ispatlamak adına önemli bir delil teşkil edecektir. Bu husus, daha çok kişisel menfaatlerin hukuki olarak güvence altına alınması açısından önem arz etmektedir.
Konunun bir de toplumsal boyutunun olduğunu düşünmekteyim. Anafartalar Çarşısı özelinden naçizane bir değerlendirme yapılacak olursa; bu yapı, Ankara ve hatta Türkiye’deki ilk alışveriş merkezi olma özelliğine sahiptir. Yapı içerisinde Cumhuriyet Dönemi seramik sanatının öncü isimlerine (Seniye Fenmen, Cevdet Altuğ, Atilla Galatalı, Füreya Koral ve daha niceleri) ait pek çok ve değerli güzel sanat eseri (seramik panolar) yer almaktadır.
Anafartalar Çarşısı içerisinde yer alan güzel sanat eserleri, bu mekâna sadece sanatsal açıdan bir zenginlik katmamakta, aynı zamanda ilgili yapı için özel olarak üretilmesi ve yıllardır bu mekân ile bütünleşmesi hususları ile birlikte değerlendirildiğinde adeta Anafartalar Çarşısı’nın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Bu anlamda, Anafartalar Çarşısı’nın yıkılması demek, aynı zamanda bu eserlerin de yok olması anlamına gelecektir. Anafartalar Çarşısı içerisinde öyle bazı güzel sanat eserleri vardır ki (örneğin Cevdet Altuğ’a ait seramik pano eseri), bu eserlerin herhangi bir zarar görmeksizin oradan sökülmesi mümkün gözükmemektedir. Bir an için sorunsuz şekilde söküm işleminin yapılabileceği iddia edilse ve varsayılsa dahi, eserin o binaya özel yapıldığı düşünüldüğünde, bunun başka bir yapı ile uyumlu hale getirilmesinin de mümkün olmadığını ayrıca düşünmekteyim.
Anafartalar Çarşısı içerisinde yer alan seramik panolar başta olmak üzere, diğer eserlerin, aynı zamanda, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na göre, “Kültür Varlığı” olarak korunması gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla tespit ve benzeri işlemler haricinde, bu eserlerin, kültür varlığı olarak tescili için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gerekli başvuruların yapılması oldukça yararlı olacaktır. Bu eserler, bir kez kültür varlığı olarak kabul ve tescil edildikten sonra, olası yıkımın önüne geçilebileceğini düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla çarşı yönetimi olarak bu yönde bir girişimde bulunulmuştu. Umarım olumlu şekilde sonuçlanır ve sadece eser sahipleri değil ve fakat Anafartalar Çarşısı’nın kendisi ve çarşı içerisinde hayatını idame ettirmeye çalışan esnaf da rahat bir nefes alır.
ZM: Çarşının mülkiyeti değiştiğinde yapıya bütünleşmiş taşınmaz kamusal sanat eserinin mülkiyet hakları da yeni sahibine mi devrediliyor?
NBK: Evet. Medeni Kanun’daki düzenlemeye göre, bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacaktır. Bu anlamda, çarşının mülkiyetinin değişmesi durumunda, o çarşının bütünleyici parçası konumunda bulunan sanat eserleri de yeni sahibine geçmiş olacaktır.
1991 yılında Sanart Derneği’nin Ankara heykelleri projesi kapsamında heykeltıraş İlhan Koman’ın Ankara Seğmenler parkına yerleştirilen heykeli 25 Mayıs 2016’da kayboldu. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin durum karşısındaki açıklaması heykelin çalındığı yönünde oldu. Daha sonra Yaygara Güncel Sanat İnisiyatifi’nin girişimi ile Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin kampanyası sayesinde heykel Ankara Galeri Nev’de korunan kalıbı üzerinden yeniden döküldü. Ancak belediyeden izin çıkmayınca sembolik bir açılıştan sonra heykel, sergilenmek üzere Mimarlar Odası Ankara Şubesi’ne kaldırıldı. Kamusal alan için yapılmış olan bir eser özel bir alanda sergilenmeye başlandı. Bu noktada karşımıza çıkan soruysa toplumun kent estetiği deneyiminin sınırlandırılmasının bir hak ihlali olup olmadığıydı.
ZM: Toplumun kamusal sanat eserleri üzerinde herhangi bir hakkı var mıdır?
NBK: 5846 Sayılı Kanun kapsamında korunan eser üzerindeki haklar, yaratıcısına aittir. Bu Kanun kapsamında eser sahibine bahşedilen koruma, eser sahibinin yaşadığı sürece ve onun ölümünden sonraki 70 yıl boyunca devam etmektedir. İlk eser sahibi tüzel kişi ise, az önce bahsettiğim 70 yıllık koruma süresi, aleniyet tarihinden itibaren işlemeye başlamaktadır. Bu sürelerin geçmesi sonrasında ilgili eser kamuya mal olmakta ve ancak bundan sonra herkes tarafından kullanılabilir haklar haline gelmektedir.
Yine, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na göre, bazı eserler, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından taşınır/taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilebilmektedir. Bu tür bir durumda, bu eserler üzerindeki hakları kullanma yetkisi devlete geçebilmektedir. Benzer şekilde 5846 Sayılı Kanun’un 47.maddesinde yer alan koşulların gerçekleştirilmesi durumunda, koruma süresi içerisinde, bazı eserlerin kamuya mal edilmesi de söz konusu olabilmektedir. Bu gibi durumlarda da eserin topluma ulaşmasını sağlayacak şekilde yayımlanması zorunluluğu bulunmaktadır. İşte bu hallerde de toplumun bu eserler üzerinde bir hakkının olabileceği söylenebilir.
ZM: Kamunun erişimine açık özel mülkiyette yer alan fakat toplumsal fayda üreten sanat işlerinin yasal hakları üzerine neler söylenebilir?
NBK: Tekrarlamakta fayda görüyorum. Hukukumuzda, her olayın kendi öznel koşullarına göre değerlendirilmesi esastır.
Önceki açıklamalarımda da belirtmeye çalıştığım üzere, eser sahibi, eseri üzerindeki mali haklarını bir üçüncü şahsa devretse dahi, eser üzerindeki manevi hakları kendisinde kalmaya devam etmektedir. Bu manevi haklardan bir tanesi olan eserde değişiklik yapılmasını menetme hakkı kapsamındaki bazı yetkiler, eser sahibinin ölümünden sonra mirasçılarına da geçebilmektedir. Yine ilgili kanunun 17.maddesinin üçüncü fıkrası, eser üzerindeki mali hakları edinmiş olan şahsın, eser üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabileceğini belirttikten sonra, bu eseri bozamayacağı ve yok edemeyeceği ve eser sahibinin haklarına zarar veremeyeceğini açık şekilde hüküm altına almıştır.
Kendi özel mülkünde bir güzel sanat eserine sahip olan şahsın, bu eseri yıkmak, yok etmek istemesi, esasen, eserden daha fazla yararlanmak istemediğine bir karine teşkil etmektedir. 5846 Sayılı Kanun’da cayma hakkı gibi bir müessese bulunmaktadır. Bu noktada, her bir olaya göre farklılık gösterecek ise de, koşulları bulunmaktaysa, belki bu müesseseden faydalanılması durumu da söz konusu olabilecektir.
Bu noktada, gerçekten Çağdaş Türk Sanatı için önemli bir yeri olduğu düşünülen eserlerin imhası, yıkılması ve yok edilmesi gibi tehlikelerin bulunması durumunda, eseri elinde bulunduran üçüncü kişiler ile iletişim içerisine geçilerek ve/veya yukarıda örnekleyici olarak belirttiğim müesseselere başvurmak yoluyla, eserin yok olmasının önüne geçebilmek mümkün olabilecektir.
Ancak, her bir durumda, eser sahipleri başta olmak üzere, ilgililerin kendi haklarının neler olduğunu bilmesi ve bu eserlerin yok olmasının önüne geçebilmek adına gerekli hukuki adımları atması ve bunların takipçisi olması, büyük bir öneme sahiptir.
Siyasi erki elinde bulunduranların kamusal sanatı düşman olarak hedef aldıklarına çokça şahit olduğumuz Türkiye’de, kamusal sanat eserleri üzerindeki yasal haklarımıza dair verdiği detaylı bilgiler için Avukat N. Berkay Kırcı’ya çok teşekkür ediyoruz.
Söyleşide bahsi geçen kamusal sanat nesnelerinin başına gelenler hakkında internetten bazı haberler ve makaleler:
http://evvel.org/1967den-1988e-kuzgun-acarin-turkiye-rolyefi
http://evvel.org/m-aksoyun-insanlik-aniti-ve-k-acarin-turkiye-rolyefi
https://www.haberler.com/segmenlerdeki-ilhan-koman-heykeli-nerede-8488095-haberi/