edebiyat


Kolaj Görsel: Erhan Muratoğlu

Bu başlık esinini, Gabriel García Márquez’in Türkçeye Kırmızı Pazartesi olarak çevrilen ve orijinal adı Cronica de una muerte anunciada yani, “Önceden İlan Edilmiş Bir Ölümün Güncesi”1 olan eserinden aldı.

İsimsiz bir kasabada geçen roman tam olarak adının özetlediği bir olayı, işleneceği hemen herkes tarafından bilinen bir cinayeti anlatır. Gerçek bir olayı referans alan romanda hikâyeleştirilen, bir “namus” cinayetidir ve bu cinayetin işleneceğinden haberdar kasabalı gözlerinin önünde olup biten olayı bir geçit töreni izler gibi izlemekten başka hiçbir şey yapmaz. Bu yazıya konu olan ve hemen her gün bir yenisiyle yüzleşmek zorunda kaldığımız kadın cinayetleri de aynı unsurlara dayanan, önceden ilan edilmiş ölümlerdir. Biraz detay verelim…

Romanın ilk cümlesi ile ölümü ilan edilmiş olanı öğreniriz; neşeli ve barışçıl bir insan olarak tanımlanan, kasabalı tarafından sevilen, zengin ve yakışıklı Santiago Nasar. Romanın kadın kahramanı Angela fakir bir ailenin kızıdır ve sevmediği zengin koca adayına “ikna” edilir. Düğün gecesinde, bakire olmadığını kocasından saklaması için önerilen yöntemlere başvurmamayı ve dürüst davranmayı tercih eder. Ailesine “iade edilen” genç kadın, ailenin olağan şiddetine maruz kaldıktan sonra faili itirafa zorlanır. Doğaldır ki namusları için yaşayan ikiz kardeşleri, namus temizliğine girişecektir. Angela, Santiago Nasar‘ı işaret eder. Nasar üyesi olduğu toplumsal sınıfın ayrıcalıklarını kullanan çapkın bir “avcı”dır. Bu çapkınlık ancak bir diğerinin “namus”u olarak görülen bir kadına yöneldiğinde sorun olarak algılanır. Santiago Nasar gerçek fail midir? Bu soruya hiçbir zaman yanıt veremeyiz, zaten önemli olan da ne bu soru ne de yanıtıdır. Cinayeti engelleyebilecek kasaba ahalisi gibi, bununla sorumlu resmi makamlar da bir şey yapmayacaktır. Her bir karakterin farklı bir savunması, kendince bir gerekçesi vardır, olay gününe dair anlatımlar nesnel bir gerçeklik olan hava durumu için bile değişkendir.

Erkeklerin maçoluk ritüelleriyle, kızlarınsa, romanda bir kadın karakter tarafından kadınlar için yapılmış tanımlamada olduğu gibi; her erkeğin onlarla mutlu olacağı biçimde, yani acı çekmek için yetiştirildiği toplumları simgeler bu küçük kasaba. Kadın cinselliği üzerinden kurulan “namus aşktır”2 mottosundan beslenen riyakâr ahlak anlayışının, muhafazakâr toplumsal yapının inşası ve sürekliliğinde rol alan din ve devlet kurumları başta olmak üzere ideolojik aygıtların eleştirisidir Önceden İlan Edilmiş Bir Ölümün Güncesi. Önemli bir soruyu da geriye bırakır: “kolektif” bir cinayeti mümkün ve meşru kılan toplumsal yasaların insan davranışındaki belirleyiciliğini.

Romana konu olan olay da, cinayetin gerçekleşme biçimi de, küçük kasabanın koca ahalisinin seyirciliği de bizlere hiç uzak değil… Temel gerekçe namus yani onaylanmamış/resmi olmayan bir cinsel ilişki olmasa da, kadın cinayetlerindeki motivasyonun, bu cinayetleri sessizce onaylayan mutabakatın ardında yine “namus meselesi” olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Erkekler tarafından belirlenmiş sınırların kadınlarca ihlali, sıkça dillendirilen “erkeklik gururunu”(otorite mi demeli) sendelettiğinde, savunu hep “erkeğin namusu” üzerinden kurulur. Kocasından ayrıldığı, barışma talebini reddettiği, itaat etmediği, sessiz kalmadığı, muhalefet ettiği için her türlü şiddete maruz kalan kadınlar; karşılarında tek başlarına kocalarını, babalarını, aşıklarını, patronlarını, güvenlik(!) güçlerini değil sağlam ve köklü bir sistemi bulurlar. Bu sistemin/toplumsal düzenin devamında emeği geçenler her vesileyle ve her kanaldan fütursuzca “kadın mı kız mı” sorgulamasına girmekte beis görmez. Kadınlar için; dolaşılacak yerleri, saatleri, kişileri ve uygun davranış biçimleriyle beraber uygun kılık kıyafeti tarifler. Hukuk devletinin dayanağı olması beklenen yasalar önünde dahi haklarının korunması “namuslu bir kadına yakışır davranışlar” sergilemesine bağlı olan kadın, “aksi” yönde bir davranış sergilediğinde tacizi de, tecavüzü de, ölümü de hak etmiştir.

İşte bu ahlâk anlayışını öven ve örgütleyen dil, bu kültürel kod, bu büyük mutabakat Ankara’da bir plazanın 20. katından atılan Şule’nin ardından söylenecekleri fısıldar savunmaya. Ve böylece hazırlar cinayet mahallini, katilleri böyle avutur, yasalar böyle esner, sessiz ve sonsuz ittifak böyle kurulur. Geriye, yüzde binlerle3 artan kadın cesetlerini böyle bırakır.

1 Gerald Martin, Gabriel García Márquez Bir Ömür, Çev.Zeynep Alpar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012,s.436
2 Gabriel García Márquez, Kırmızı Pazartesi, Çev.İnci Kut, Can Yayınları, İstanbul,2017, s.87
3 https://www.ntv.com.tr/yasam/kadin-cinayetleri-yuzde-1400-artis-gosterdi,gTy3YNnHUkS_bLGuT-XfeQ