AĞIR ATEŞTE KARARINCAYA KADAR
- Bölüm
Çıkan kısmın özeti: Her ne kadar Dobalak2071 bir uçan araba, KamiL1000bela bir neoOS-Mann siber-organizması olsa da siz uçana değil, uçurana bakın.
* Blade Runner 2049 filminin senaryosunun üzerine gevşekçe bindirilmiştir.
ÇEKİM SENARYOSU (kaldığı yerden devam)
İÇ. Ocakbaşı. Duman.
Kamera kalabalık masalar arasında dolanır, sonunda KamiL’i bulur, durup o ablak suratına odaklanır.
Yapısal görevlerini yerine getiren her siber vatandaşın ruhunda hissettiği rehavet duygusuyla, soluğu Köprü6-Ocakbaşı Mega Tesisleri’nde alan mütekamil siber şahsiyetimiz KamiL1000bela’nın peşindeyiz, her zaman olduğu gibi.
Duvarda asılı, doldurulmuş kurt kafasının kocaman karaltısının altındaki kebapçının holo-logogramına, onun hemen altındaki yanar döner harflerle “Bir yiyen şişman, bir de yemeyen pişman” yazısına baygın gözlerle yarım saatir kıpırdamadan bakan, masanın kenarına dayadığı dirseğiyle aynı kolda bulunma bahtsızlığına sahip eline taşıttığı koca kafasının yattığı tarafın aksine kıçını kaykıltmış oturan KamiLimiz, ağzının kenarından sızan salyasının hiç farkında olmadan, içerideki kesif dumanı derin derin ciğerlerine çekmekte, çektikçe mest olmaktadır. Olur tabii, ciğer onun değil ki, Siber Malzeme Ofisi damgası var üzerinde. Arkalı önlü çift kaşe, soğuk mühür, ıslak imza ve hologramlı tasdik pulunun hemen yanında. Her memura nasip olmaz böylesi.
17:37 Naklen Vahiy Bülteni’nin gür sesi ve cayır cayır görüntüsü her TNT vatandaşının ensesine indiğinde (Ensesine iniyor, çünkü anten, modem, alıcı, retina üzeri oynatıcı, falan filan, bütün o Kelle İçi Eğlence Merkezi denen zamazingo orada, ensede. Yoksa öyle enseye şaplak durumu falan yok yani… Aman diyim!) sunucunun sesi kulaklarda yankılanır: “Acı Kahveci Kuru Efendi ve Mahdumları Adi Komandit Şirketi’nin ve Saman AltındanSA Suyürütengillerin Holdingi Mütevelli Heyeti Murahhas Üyeleri bugün yaptıkları kombine bir basın toplantısıyla, dünya memleketlerine vatandaşlık başvurusu işlemlerini gompile tamamladıklarını, bundan kelli hedeflerinin 2050’ye kadar Mars ve ötesinde, artık işte oralarda ne varsa onlara başvuru olduğunu beyan etmişlerdir.”
Biata pek meyyal tabiatıyla evladımız KamiL hergün, herkese inen bu vahiy bültenlerini hiç kaçırmazdı. Dinlerdi, izlerdi de anlar mıydı? İşte o biraz şaibeli. Zaten yayını izlerken etrafındaki fiziksel alemin görüntüsü de epey bulanıklaşır, sesler boğuklaşır, bırakın uçan araba kullanmayı düz yolda durup dikilmek bile imkansızlaşırdı. Bülten saatinde oraya buraya çarpıp devrilenler, kafayı, gözü patlatanlar çok olurdu. Neyse ki, bültenler gün içinde sadece 480 kere falan yayınlanırdı. Şimdi siz girip bu ocakbaşına şöyle bir baksanız, boş ifadeleriyle sonsuza bakaduran, kazma sapı gibi tuttuğu çatal bıçağının ucundaki lokmayı ağzına eriştirememiş ya da kafaya dikmek için ağzına dayadığı bardaktan boşalanların üzerine akıp göl olduğu, boy boy, tip tip 50-60 siber vatandaşı görmeniz mümkün olacaktı. Bülten bitip de birer ikişer hareketlendiklerinde garsonlar gelip müşterilerin üzerlerini kebap tezgahını sildikleri kara yağlı bezlerle siler, lokması boğazına takılanların imdadına da Nasr-et reyiz hazretlerinin mübarek elleri yetişirdi.
Ocakbaşının patronu bir zamanların medya pervanesi, siber alemlerin her daim en meşhur kasabı Nasr-et Hidd-et Kandamardadurmaz’dan başkası değildir. Zaten olamaz da. Olmaya yeltenenlerin hepsi ya çoktan müşterilere müesseseden birer ikram olarak servis edildi ya da krayojenik buzdolaplarında ayaklarından asılı vaziyette bekliyor… Karanfil yok, merak edenlere söyleyelim hemen.
Nasr-et reyiz her akşam hınca hınç dolan kebap tekkesinde gururla masaların arasında dolanır, kebabına gömülmüş tıkınan sayın müşterilerden boğulur gibi olanların ensesini fırın küreği misali eliyle babacan bir şekilde patlatır, genze kaçan, boğazı tıkayan o dana kadar lokmaları ağızlarından püskürttürür, o naçiz siber canlarını kurtarır, hayır dualarını kazanır, bir de ellerinden şapır şupur öptürürdü. E, o kadar olsun yani…
“Tabu ve Katastrofi Müdürlüğü’nden emekli olmadan önce bendeniz buraya her akşam mesai bitiminde koşa koşa gelirdim… Hey gidi hey…” Bunu tombalacık gövdesi üzerinde Dikmen dere boylarında yuvarlana yuvarlana dolanırken rastgele gömülüvermiş bir taş parçası gibi duran minnacık kafasından çıkan sesle söyleyen emekli bir beyamcaydı ve en nihayetinde avanak KamiL’in duvara bakmayı bırakıp kafasını sesin geldiği yöne çevirmesini sağlamıştı. Oh be, sağ ol be amca yaaa…
İÇ. Ocakbaşı. Daha da bol duman.
Amcayla KamiL’in muhabbeti.
Emekli tombalak amca masadan aldığı peçetelerle KamiL’in ağzının kenarında sızan salyanın ceketinde göl yaptığı yerleri silerken sorar: “Bireysel Emekliliğe İkna ve Telkin Dairesi’nden misin geynçh?” Kaşları yukarıya kalktığına, gözleri ve ağzındaki baygınlık ifadesi değişmediğine göre KamiL çok şaşırmıştı. Bu da öyle işte, naapalım…
KamiL’le emekli tombalak beyamca hemen derin bir sohbete dalmışlardı. Beyamca ocakbaşının seneler içinde gelen geçen müdavimlerinden, duvarda asılı kafanın harbiden kurt diye bir hayvanın var olduğu yıllardan kalma olduğundan, şimdi yedikleri her kebabın malzemesi olan kurtlarınsa o yıllarda elma diye bir bitki bişeysinin içine sığacak kadar küçük olduğundan falan bahsetti durdu. KamiL’se gözünü kırpmadan beyamcayı can kulağıyla dinler gibiydi, ama tabii ki Kelle İçi Eğlence Merkezi’nden O Ses Sensen Mutfakta Kim Var la Türkiyem canlı yayınına takılıyordu. Peeeh… Amca nefesine yazık be yaaa!
İÇ. Ocakbaşı. Daha da bol duman. Göze gelen kahve falı.
Amca anlatırken içi geçmiş, sızmış, KamiL de kayıntının üzerine gelen ikram kahvenin dibindeki falı okuyor:
“Kanunusani 2047 tarihinde yayınlanan Ferman Hükmünde Kanunname’yle Beşyüz-Yılda-Bir-Olur-O Meteoroloji İşleri Başmüdürlüğü, Termo-nükleer Sanayi Bakanlığı’na bağlı Milli Fıtrat Kontrol ve Yönetim Merkezi’ne bağlanmış, ne kadar radyoaktif kaza faaliyeti olmuş ve olacaksa hepsi Dış Güç Oyunlarını İhbar ve Yaygara Merkezi’nin periyodik yayınlarınca duyurulur hale getirilmiştir. Yani, o geçen hafta Ultra Dikmen Vadisi 3333. Etap Örnek Tokisi’nin arka tarafında apansızın ve hayınca ve hatta alçakça, önce 7500 Kelvin dereceye yükselip 6 kilometre çapında bir araziyi akkor beyazında yaydığı ışıkta yutan, hemen akabinde ergimiş magma kırmızısı olarak kusuveren termo-nükleer mahalle santralinin bu elim ve vahim fıtratı, aslında TNT’nin kırmızı çizgilerini test etmeye kalkan dış güçlerin siber oyunlarından biridir! Yaaani kardeşim! Gene o melun siber oyun portalındaki bi veled!… Gene bizim yerli & milli siemens operasyonel ağının kapısını açık bulup içeri sızmış, soğna afidersiğiz… ne var ne yoksa… Neyse… Olur böyle vakalar… Biz önümüzdeki fıtratlara bakalım.”
-“Kaaamiiiiill! La goş la goooş! Senyin dobalakın motorunu araklıyolaaar!”
Kahve fincanının dibindeki yazıyı okuyacak diye şaşı olmuş KamiL bu sesle irkilip, oturduğu masayı devirerekten ayağa fırlayıp da elini araba anahtarının olduğu cebine atınca, geçen bölüm emekliye ayrılmaya ikna ettiği siber memurun naylon market poşeti içinden kendisine bakan gözüyle göz göze gelir!
– “Enneee…!” der insan-ı kamil evladımız, “La ben Gonya6’ya giden tirengin gondüktörüne ne verdim ya la o zaman laaa?!?”
Here shall we live in this terrible town ・ Burada yaşayacağız, bu berbat şehirde
Where the price for our eyes ・ Gözlerimizin bedelinin
shall squeeze them tight like a fist ・ onları yumruk gibi sıkmak olduğu
And the walls shall have eyes ・ Ve duvarların gözleri olacak
And the doors shall have ears ・ Ve kapıların kulakları
But we’ll dance in their dark ・ Ama onların karanlığında dans edeceğiz
And they’ll play with our lives ・ Ve onlar da hayatlarımızla oynayacaklar
Like a Slow Burn ・ Yavaşça yanar gibi
Leading us on and on and on ・ Habire bizi kandıran
Like a Slow Burn ・ Yavaşça yandıkça
Turning us round and round and round ・ Bizi çevirdikçe çeviren, oynatan
But who are we ・ Ama kimiz ki biz
So small in times such as these ・ Böylesi zamanlarda böylesine küçük
Slow Burn ・ Yavaşça anladıkça
Slow Burn ・ Anladıkça öfkemiz artan
(…)