edebiyat

“Mesela bir adrese gidiyorsun, adresteki kütüphanede öyle çok nadir kitaplar yok. O nesil kalmadı diyorlar, yavaş yavaş dünyadan çekildi diyorlar. Öyle babasının, dedesinin, atasının kitaplarına ilgi yok diyorlar. Böyle kitapları ileride bulamayacak hiç kimse, deniliyor. Büyüklerim böyle anlatıyor, onlara katılıyor, inanıyorum.”

Yetişkin her insanın zihninin bir köşesinde yer etmiş, aklına geldikçe gülümseten, üzen, iç çektiren mekânlar illa ki vardır. Öyle ki, sabah 7.15 vapuruna şarkılar yazdıran; ilk aşkınıza rastladığınız istasyonu, yıllar sonra bile aynı tazelikle zihninizde canlandıran yahut henüz çocukken, çetenizle önünde buluştuğunuz bir kilise kalıntısına, duygusal yakınlık kurmanıza neden olan da budur. Binalar, tek başına doğanın döngüsünden korunmak için inşa ettiğimiz mekânlar olmaktan asırlar önce çıktı. Bin yıl önce toprağın altına oyduğumuz sığınaklardan, göğü delen gökdelenlere çoktan evrildik.  İnsan çok defa ürettiğini kendine benzetti, teknoloji ilerledikçe yaratıcıya yaklaşma refleksiyle daha yüksek binalar inşa etti. Ama bazen içine girdiğimiz mekânların ruhunu da hissederiz. Bu yüzden Ayasofya’da kubbeye bakmak semayı selamlamaktır… Ya da bir pasajda konuşulan her şeyi duymaya yelteniriz, çünkü hareketlilik yaşamın ta kendisidir. Aslında yığma betona düşündüğümüzden daha fazla anlam yüklüyoruz; zira insan tükenir, bir taş, bir tuğla kadar ölümsüz değiliz.  Bu yüzden yıllarca üzerinden geçtiğiniz sokak, bir kahvehane veya bir kitapçı, zihninizde binlerce anının arka planını oluşturur.

Adil Han da bu yaşayan mekânlardan biri, Ankara Kızılay’da, Bayındır Sokak’ta hemen köşede on bir katlı bir bina. İlk dört katı benim nezdimde Ankara’nın kültür kokulu mesire yerlerinden biri. Elbette tek başına “mesire yeri” demek mümkün olmasa da buluşmak, vakit geçirmek, kültürlenmek için bir durak noktası, bir gezinti alanı.  Bu yüzden belki de “Gizli Saklı Bir Mesire Yeri” okur için, müdavim için. Özellikle içinde bulunduğumuz milenyum çağında yaşantımıza hızla giren AVM kültürünün çok öncesinde; belki de geçmişimizden gelen han kültürünün modern bir yansıması.

Ne yazık ki Adil Han çok da bilinen bir iş hanı değil, elbette müdavimi olan kabuk kitleyi saymazsak. Adil Han hemen yanındaki Zafer Çarşısına göre tarif edilen, sanki gizlenmeye çalışan bir bina gibi. Çarşının esnafı için ise aslında bir ticarethaneden çok daha fazlası. Esnafının çoğu artık çağın gereği internet üzerinden online satış yaptıkları sitelerinden gözlerini alamıyor. Yine de yanlarına yaklaşıp bir iki çift laf etmek isterseniz de kapıları daima açık. Eski radyoda çalan şarkının öyküsü ile sohbet bölünüyor sık sık. Öğreniyoruz ki bu çarşı gerçekten hayatlarının bir parçası. Kimi ilk aşkı ile burada tanışıp evlenmiş, kimi bir yandan öğrenciliğe bir yandan esnaflığa devam ediyor. Esnafa kulak verdiğinizde sorunların, ticaretin ve hatta gündemin dışında insanı hayrete düşüren bir cevap alıyorsunuz. “Çarşı bizim için pek çok şeyden kaçış noktası”. Belki de bunun üzerine düşünmek, bunu anlamak, aradığımız mutlak cevabı bulmada yardımcı olacaktır.


Fotoğraf: Ulviye Atak

Adil Han Kitapçılar Çarsı’nı tanımak için, çarşıyı en iyi tanıyan sakinlerinden biriyle konuşma kararı aldım. Ankara’ya ilk geldiğim zamanlarda, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz değerli sahaflarımızdan Ethem Coşkun’la tanışmıştım. İşine duyduğu büyük merakı ve hevesiyle, beni de mesleğe özendirmişti, çarşıya her gidişimde kendisinden bir şeyler öğrendiğimi düşünüyorum. Bugün ise sizlere, babasından devraldığı sahaflık mirasını sürdüren kardeşlerden biri; Cantürk Coşkun ile yaptığımız röportajı sunmak istiyorum.

  • İçerisinde on kusur kitabevi bulunduran bir iş hanında kitapçılık yapıyorsunuz. Gün içerisinde pek çok insanla iletişim kuruyor olmalısınız. Bu çeşitlilik gelen müşterilerinizle aranızda ne gibi diyaloglar yaşanmasını sağlıyor?

Adil Han kitapçılar çarşısında bizim yaptığımız işe (Sahaflık) benzer iş yapan çok fazla kitapçı yok. Ağırlıklı olarak ders kitabı ve hazırlık kitabı satıldığı için bu tür kitapları soran çok oluyor. Bizim hedef kitlemiz onlar değil. Aslında o hedef kitlenin içerisindeki öğrencilerle de alakalıyız. Kitap satın almak, araştırma yapmak için, başka sebeplerle ve hatta senin gibi mesleğimiz hakkında konuşmak için gelenler var. Ama çarşıda yoğun olarak hazırlık ve ders kitapları satıldığı için ve gelen bu algıyla geldiği için bununla ilgili diyaloglar daha çok yaşanıyor diyebilirim.

  •  Adil Han’ın hikâyesi nedir? Bir iş merkezi olarak açılıyor ve Ankara’nın önemli kitapçılarının bir kısmını içinde barındıran bir kitap çarşısına dönüşüyor. Adil Han’ın kitap çarşısı olma sürecini anlatabilir misiniz?

Adil Han’ı 1997’de yıktılar. Buranın eski yerinde de yine Adil Han vardı. Eski Adil Han’ın Büyük Çarşı girişinde bir kitapçı vardı, kendisinden kitap aldığımı hatırlıyorum. Bu kitapçı ağabeyimiz mesleğe devam ediyor. Adil Han’ın alt katında da bir matbaa olduğu söyleniyor. O zaman başka kitapçı var mıydı yok muydu bilmiyorum. Çok sık gelip gitmediğim için varsa da hatırlamıyorum. Bayındır Sokak’taki girişte kafe, kuruyemişçi olduğu söyleniyor… 1997’de Adil Han’ı yeniden kurdular. Aslında bizim çarşı şu an çok iyi durumda. İlk açıldığı zamanlar, burada dükkânların çoğu boştu. Çok yüksek kiralar yoktu ve dükkânlar satılıktı. O tarihlerde mülkiyet alanlar, aldılar. Öyle yoğun bir alışveriş de söz konusu değildi. Sonra dükkânlar erken saatlerde açılmazdı. Daha çok birbiriyle yakın arkadaş veya birbiriyle yakın akraba olan arkadaşlarımızın iş yerleri vardı.

  • Çarşıda bir süre çalışmış biri olarak çok fazla gözlem yapma fırsatı buldum. Özellikle çarşı esnafının birbiriyle olan iletişimi dikkatimi çekti. Büyük bir saygı ve bağlılık mevcut. Çarşı sakinleri kendi aralarında sıklıkla yardımlaşıyor ve gelen okuyucuya da yardımcı olmak için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Bunu sırrı nedir?

Adil Han, daha önce de bahsettiğim gibi yeniden açıldığında hareketli değildi. Bir ara Olgunlar Sokağa çevre düzenlemesi yapıp yeniden açtılar. Karanfil Sokak’taki kitapçılar arasında eski kitap satan azaldı. Zafer çarşısında eski kitap satan zaten kalmadı. 2003’te buraya babam geldi. Babamdan sonra çok fazla dükkân el değiştirdi. Bu taraflara yolu düşmeyen kitapçılar dükkân kiralamaya başladılar. Belki bununla alakalı olarak bir şeyler değişti. Çarşı, bu tarihten sonra çarşı oldu. Tahminim bununla alakalı olabilir. Dolayısıyla olan ilişkiler de ona göre şekillenmiş olabilir.

  • Adil Han’ın bendeki en büyük handikapı, çarşının pek de bilinmiyor oluşu oldu. Hemen yanı başındaki Zafer Çarşısı pek çok kişi tarafından tanınırken Adil Han biraz kenara itilmiş gibi, bunun bir sebebi var mı?

Bizim çarşının etrafı biraz kapalı; bina, çok göz önünde değil. Bayındır Sokak tarafından girişi de o kadar da çekici görünmüyor. Zafer Çarşısı’nın üzerinde eskiden kitap sergileri yapılırdı. O da biraz girişi kapatıyordu. Benim bu bahsettiğim doksanlardaydı, o zamanlar burada eski Adil Han’ın yerinde; kitapçıların sayısı ne kadardı, az mıydı çok muydu pek hatırlamıyorum. Çarşının iyi tanınmıyor olması, okuyucuyla da alakalı. Okuyucu da kabahatli, dolayısıyla “arayan bulur” diye düşünüyorum. Mesela ben, başka bir şehre gittiğimde, otobüsten inince ilk sorduğum soru “Burada kitapçı var mı?” sorusudur. Şehirde gezdiğim zaman kitapçı bakarım. Ankara büyük şehir, biraz ihmal de var. Şimdi artık internet var; internette araştırılıyor, telefonda bir sürü kişi “Sizi netten buldum” diyor. Dediğin doğru ama. Yani mesela insanlar on yıldır Ankara’da, burada okumuş, burada hayata atılmış, hayatını kazanmış ama “Ben bu çarşıya ilk defa geliyorum” diyorlar. Ben kitap müşterisinde kabahat olduğunu düşünüyorum.


Fotoğraf: Ulviye Atak

  • Aslında üzücü olan; Adil Han’ın konum olarak da çok Ankara’nın göbeği diyebileceğimiz bir yerde.

Tabi, Kızılay’da merkezde. Kitap maalesef ihtiyaç olarak görülmüyor. Yoksa tanınırdı çarşı.

  • Sizin Adil Han ile tanışma hikâyenizi öğrenebilir miyiz?

Ben kitapçılığa Kocabeyoğlu Pasajı’nda başladım. Orada kitapçılar vardı ama kitapçılık son günlerini yaşıyordu. Bitmişti. Adil Han’la, Kocabeyoğlu Çarşısı’nda çalışmaya başladığım zamanlarda tanıştım. Şöyle ki, biz buraya gezmeye gelirdik. Önce Ahmet Özcan’la tanıştık. Ahmet hoca galiba babamla tanışmış, “Sen oğlu musun?” filan diye sordu. Daha sonra Ahmet Özcan’ın kardeşi Recai Özcan bu dükkânı devraldı. Beni buraya Ahmet hocadan başka çeken kimse olmadı. Bu dükkân mahfildi, güzel bir sohbet meclisi vardı. Senin oturduğun yere uzun bir sedir konulmuştu. Masa da sedir tarafındaydı. Arka tarafta işte, çay sohbetleri yapılırdı.

  • Dükkânın eski halinde de sanki öyle bir alan vardı değil mi?

Evet, evet.

  • Sahaflık yapıyorsunuz, bu babanız Ethem beyden kalan bir miras aslında. Sizce sahaflık nedir?

Sahafın kim olduğu konusunda anlaşma sağlayabilmiş değiliz. Her eski kitap satan sahaf mıdır diye bir soru var önümüzde. “Eski kitap satıcısı” yeni bir kavram, “sahaflık” Osmanlı’dan intikal eden bir müessese. Dolayısıyla ayırıcı bir vasıf olarak ben Osmanlıca’yı görüyorum. Eski kitapları alıp satan, Cumhuriyetin kurulduğu zamanlarda sahaflık yapanlar, Cumhuriyet’ten on sene önce basılmış kitapları da satıyorlardı. Şimdi diyeceksiniz ki “O tarihte eski kitap satanlar sahaf oluyor da, şimdi 1980 yılında basılmış kitabı satan sahaf olmuyor mu?” Tarihi özellik arz eden kitabı satan kişi sahaftır. Yani şu anda içinde bulunduğumuz zaman diliminde o bahsettiğimiz kitaplar antika kitap oluyorlar. Dolayısıyla o kitaplara ulaşan kişi sahaftır. Bundan on sene önce basılmış kitap antika değildir.

  • Ben buradan (Aşiyan Kitabevi) Gombrich’in “Sanatın Öyküsü” kitabının Bedrettin Cömert çevirili ilk baskısını almıştım.

Evet, evet hatırlıyorum sana sattığımızı.

  • Özellikle çağımızda genç kuşak arasında sahaflık kültürü pek de yaygın değil. Bunda gelişen teknoloji ve değişen hayat standartlarımızın da payı büyük. Özellikle çağımızda yaygın düşünce sahafların ikinci el ya da eski kitap satan dükkânlar olduğu. Siz bu düşünceden ötürü rahatsızlık duyuyor musunuz?

Ben, daha önce bahsettiğim gibi üniversite kitabı, ders kitabı falan sorulmasından rahatsızım. Geçen senelerde biz bir dernek kurmuştuk “Sahaflar Birliği Derneği” diye. Şimdi İstanbul’da faaliyetine devam ediyor. Bu dernek kurulduğunda Mustafa İsen, Kültür Bakanlığı müsteşarıydı. Sahaflar için, “Şu tarihten önce kitaplarda bandrol aranmaz” diye Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na geçici bir madde ilave edilmesi kararlaştırılmıştı. Mustafa İsen, bir muhatap istedi ve biz bu derneği kurduk. Bir kitapçı ağabeyim, bandrol uygulaması yüzünden durduk yere mahkemeye çıktı. Bunlar için özel sertifika düzenlenmesi söz konusuydu. Derken Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na ilgili ilave yapıldı.

Benim rahatsızlığım o sertifikayı, eski kitap satan herkese verdiler. Gerçi şu anda bir değeri kalmadı, yeni sertifika vermiyorlar. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda geçici maddeler duruyor mu, şu anda bir hükmü var mı onu da bilmiyorum. Meslekle ilgili pek çok konuda, pek çok rahatsızlığımız var da. Anlatması uzun sürer…

  • Sahaflık ve antika koleksiyonerliği arasında bir bağ var mı? Pek çok kitap koleksiyoncusun sahaflların yollarını aşındırdığını düşünüyorum.

Tabi kesinlikle. Ankara’da Ayrancı Pazarı’nın yeni açıldığı zamanlar, kitapçı dükkânımız yoktu. Babam arkadaşıyla pazarda tezgâh açıyordu. Ben kitapçıda çalışıyorum, babam memur… Orada mesela şu anda antikacı sayısı çok fazla, eskiden kitapçı çoktu. İlk etapta antika deyince akla gelen şey, Osmanlıca kitap ve plaktı. Aslında antika ve kitabın, sahaflık söz konusu olduğunda konuyla doğrudan alakası var. Burada müşteri eski ciltli bir kitabı gördüğünde “yüz yıllık” diyor. Yüz yıl bizim için çok eski bir tarih değil. Çünkü Osmanlı’da matbaanın kurulduğu tarihin daha öncesinde istinsah edilen el yazması kitapları antika görüyor sahaflar. Matbaanın bastığı kitaplar konusunda sahafların da seviyeleri var, değer ölçüsü değişmiş durumda. Aslında neyin antika neyin olmadığı konusunda da bir soru işareti var. Ve antikayı, neyin antika ya da antika olmadığını kimin yönlendirdiği belli değil. Elbette, sahaflar antikacıdır. Zaten direk antika kitapla uğraşan kişi sahaftır. Ben böyle düşünüyorum.


Fotoğraf: Cantürk Coşkun Arşivi

  • Son dönemde online kitap satış noktası İdefix, Türkiye’de illerin kitap okuma oranlarını yayımladı. Açıklanan sonuca göre 2,8’lik bir oranla açık ara Ankara, Türkiye’nin en çok kitap okunan kenti oldu. Türkiye’nin en çok kitap okunan ilinde kitapçı olmak sizde ne çağrıştırıyor ya da bu sonuç sizleri tatmin ediyor mu?

Ben bu istatistiklere itibar etmiyorum onu söyleyeyim baştan, bizde kitap okunmuyor… Ankara, bence şaşırtıcı bir sonuç. İstanbul’da daha fazla okuyucu vardır. Ankara’da kitap okuyan insan sayısı İstanbul’a göre daha az olmalı, hem İstanbul’da kitapçı sayısı da fazla. İdefix’in bu değerlendirmeyi neye göre yaptığını bilemiyorum.

  • Online bir satış sitesi, Online satış rakamlarına göre çıkarılmış bir sonuç olduğunu düşünüyorum.

Bu, şununla alakalı olabilir: Ankara çorak olduğu için, (gülüşmeler) burada kitap alacağınız yerin sayısı az olduğu için. Az olunca kıymete binmiş olmalı. Babam online kitap satışlarını değerlendirirken, İstanbul’da daha yoğun alışveriş olduğunu söylerdi. Tuhaf istatistikler var ama bunların çoğu güvenilir değil. İstanbul’da yoğundur diyorum, benim istatistiğim de bu. Güvenen güvensin. Ankara’ya, Ayrancı Pazarı’na İstanbul’dan bir kitapçı geliyor. Ankaralı kitap almak için adeta tezgâha saldırıyor. Maalesef çorağız…

Mesela bir adrese gidiyorsun, adresteki kütüphanede öyle çok nadir kitaplar yok. O nesil kalmadı diyorlar, yavaş yavaş dünyadan çekildi diyorlar. Öyle babasının, dedesinin, atasının kitaplarına ilgi yok diyorlar. Böyle kitapları ileride bulamayacak hiç kimse, deniliyor. Büyüklerim böyle anlatıyor, onlara katılıyor, inanıyorum. Asıl şu anda antika olmaya başladı kitaplar. Babam, “Eskiden Osmanlıca romana itibar etmezdik, bundan yirmi- otuz sene önce Ömer Seyfettin romanlarını almazdık” diyordu. Şimdi internette bak, Ömer Seyfettin’in romanları astronomik fiyatlarla satılıyor.

  • Kentin belleğini oluşturan binlerce dinamik var. Özellikle Ankara gibi bir başkenti düşünürsek şu an içerisinde bulunduğumuz iş hanı kentin kültürel belleğinin izlerini taşıyor olmalı. Sizler çarşının içerisinde kültürel hareketliliği nasıl izliyorsunuz?

Eskiden Ankara, sanıyorum tek sınav merkeziydi. Şimdi dağıtmışlar. En yoğun kültürel hareketliliğin akademisyen ve meraklı akışının diyeyim, dil sınavlarının yapıldığı tarihlerde olduğunu düşünüyorum. Akademisyenler sınavı bahane ederek kitapçılara, sahaflara gelirlerdi. Bununla alakalı şeyler biraz azaldı, internet de işi seyreltti. Aradığınız herhangi bir kitabın hangi kitapçıda, kaç lira olduğunu kargo kolaylığı vs. gibi şeyleri görebiliyorsunuz. Yeni bir müşteri portresi var; daha çok gezmeyi, tozmayı, kitap koklamayı değil, benim işimi ne kolaylaştırır, hâlihazırda kitaba, bilgiye nasıl ulaşırım demeyi seven yeni insan tipi.

İşte dijital kütüphaneler vesaire dolayısıyla böyle bir azalma söz konusu. Çok kötü durumda değil ama sohbeti seven, kitabı koklayarak, kurcalayarak almaya çalışan yoğun bir müdavim kitlesi yok. Belki İstanbul’da hala devam ediyordur. Ankara’da azaldı sanki. Çok şey değiştiriyor bu; belirleyici oluyor, kitap fiyatlarının artmasında, kitapçıların tavırlarında etkili olabiliyor. Mesela perakende müşteriye hitap eden kitapçılar, “Ben bu kitabı internetten de satabilirim” anlayışıyla çarşılardan uzaklaştılar. Hakları var, yok değil. Ama müdavim dediğin biraz da aylaktır, gezmek ister.

  • Peki, genç kuşakta siz gözlemliyor musunuz müdavimcileri, kitap meraklılarını?

Onu da biraz internet şekillendirdi diyebilirim. Şiire, özellikle ikinci yeni şairlerine yoğun bir ilgiden bahsedilebilir. İşte birinci baskı kitaplar aranıyor. Onu da sosyal medya yönlendiriyor tabi.

Sabahattin Ali ve Oğuz Atay vakası var. (Gülüşmeler) Bu vakanın etrafında yoğunlaşılıyor ama ben memnunum. İlk baskı kitaplar pahalı satılıyor, eskiden de vardı. Bundan on sene önce de birinci baskı kitaba ya da imzalı kitaba ilgi vardı. Mesela şöyle bir fark gözlemledim: İlhan Berk’in şiir kitabının birinci baskısı değerli görülmezdi, Sabahattin Ali’nin, Oğuz Atay’ın ilk baskıları aranmazdı. Şimdi öyle değil.

Bu alışkanlık kendisini genç kuşağa uydurdu mu diyelim bilemiyorum. İlhan Berk’in, Özdemir Asaf’ın imzaladığı şiir kitabı da belki bir şey ifade ederdi ama Özdemir Asaf’ın ilk baskı kitabı, şundan bir on sene önce pek bir şey ifade etmezdi. Koleksiyon kitaplarına çok fazla ilgi var.

  • Son olarak, ben çalışmamı hazırlarken yazıma “Ankara’da gizli saklı bir mesire yeri; bir kitap çarşısından çok daha fazlası Adil Han” ismini verdim. Peki, siz bu Adil Han’ın bu tanıma uyduğunu düşünüyor musunuz?

Mesire yeri, buluşma alanı olarak elbette. Mesire yeri değil de bir cazibe merkezi olarak yorumlayabilirsin bence.