(Kapak Fotoğrafı: Kuğulupark, 6 Ocak 2019, Ayşe Gültekingil)
Dünya, ekolojik yıkımın eşiğinde hızla ilerlemekte. İklim krizi, türlerin yok oluşu, fosil yakıt tüketiminin sürdürülebilirliğe darbesi, savaşların insan ve doğa üzerindeki yıkıcı etkileri gibi temel çevresel sorunlar giderek derinleşmekte. Ancak, bu temel sorunları ele almak yerine, günümüz karar alıcıları kentsel dönüşüm politikaları, su havzaları ve maden arama kararlarıyla doğaya ve barınma hakkına zarar veren düzenlemeleri hayata geçirmekte.
Sistem sürdürücüleri, neoliberalizmin dayattığı tüketim odaklı yaşam biçimiyle ekolojik felaketi hızlandırmakta. Kentleşme baskısı, doğal habitatların yok edilmesi, ormansızlaşma ve tarımsal alanların tahribatı sonucunda, iklim krizi derinleşmekte ve toplum sağlığı ciddi bir tehdit altına girmekte. Covid-19 pandemisi de ekosistem sağlığının insan hayatına doğrudan etkisini gözler önüne sermiş durumda.
Son çıkan kentsel dönüşüm düzenlemeleri, afet riski altındaki alanlar kavramını genişleterek, şehirlerin doğa ile uyumlu planlanmasını engelleyen ve mülkiyet haklarını zayıflatan bir yapı sunmakta. Rezerv yapı alanları genişletildi, yapı ve bağımsız bölüm sahiplerinin hakları sınırlandırıldı.
Ekolojik kriz ve kentleşme süreci, karbon ayak izinin azaltılması, doğayla uyumlu kentleşme modellerinin oluşturulması ve afetlere dayanıklı, sürdürülebilir şehirlerin inşası ile yönetilmelidir. Ancak mevcut politikalar, kentlerin yeşil planlamadan uzak, bilimsel dayanaktan yoksun ve rant odaklı yönetildiğini gösteriyor. Tarım ve orman alanlarının korunması, kentlerin ekolojik dirençliliğinin artırılması ve doğa dostu teknolojilerin teşvik edilmesi gerekirken, coğrafya topyekün bir saldırı altında.
Ankara’nın son 25 yılına, siyasal uygulamalara ve kararlara bakarsak her yeni gün, bölgenin ve kentin ekolojik sorunlarına bir çözüm değil, eklenen yeni problemler ve coğrafyanın yıkımına yol açacak kararlar üretildiğini söylememiz gerekiyor. Bölgenin, kentin, çevrenin eko-bozumunda siyasal bir ekoloji sorunuyla tanımlamamız gerekiyor.
Kentin ODTÜ Ormanı’nı parçalama girişimleri, kentsel dönüşüm, betonlaşma ve yıkımlarla asbest/zehir solumamız, AOÇ arazisinin parçalanma girişimleri, toplu taşıması olmayan arabaya ve asfalta esir, sokak ve caddelerinde ağaçları azalan, park oranı azalan bir eko-kırım. Gölleri yapılaşma kıskacında, hava kirliliğinde bir türlü sağlıklı seviyeyi yakalayamayan, fosil yakıta sıkışmış, ürettiği çöpü geri dönüştüremeyen, ulaşım ve kentsel bütüncül bir planı olmadan, kentliyi ve kentli haklarını duymayan ve gözetmeden plansız büyüyen bir kentleşme.
Bu durum iklim krizi temelinde bölgede yaşanan kuraklıkla birleştiğinde, ciddi bir susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğumuz görülüyor. İnsan hakları evrensel, bölünmez birbirine bağlı ve kendi içlerinde birbirleriyle ilişkili bir haklar bütünüdür. BM Genel Kurulu’nun kabul ettiği üzere temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrede yaşamak temel bir insan hakkıdır. Bu hakka paralel olarak Anayasanın 56. maddesi herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının korunması gerektiğini belirtir. Mülkiyet, barınma, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam haklarını gözetmeyen her türlü ekolojik ihlal/yıkım temelinde insan hakları ihlali içerir. Çoklu krizler çağında temel bir sorun olarak yaşadığımız ekolojik yıkım, rant ve talan politikalarıyla yaşam, sağlık, beslenme, barınma, kent ve çevre haklarının gasp edilmesi sonucunda ortaya çıkmıştır.
Kent Kimin, 17 Mayıs 2024, Anıtpark, Tanju Gündüzalp
Afet Riski ve Eksik Çalışmalar
Ankara, deprem riski açısından Türkiye'nin diğer bölgelerine kıyasla daha az tehlikeli kabul edilse de, son yıllarda yapılan araştırmalar ve hazırlanan raporlar, kentin depremselliği konusunda önemli uyarılar içermektedir. Gazi Üniversitesi tarafından hazırlanan "Ankara'nın Deprem Tehlikesi ve Riski" başlıklı raporda, kentin farklı bölgelerindeki fay hatlarının varlığına dikkat çekilmekte ve bu fayların potansiyel tehlikeleri vurgulanmaktadır.
Ankara Valiliği’nin, afet risklerini azaltmak amacıyla "İl Afet Risk Azaltma Planı" (İRAP) çalışma kapsamında 5 ana hedef ve 125 eylem aks olarak belirlemiştir. Vali’nin açıklamasına göre 125 eylemden 21’i tamamlanmış ve 17'sine ise yeni başlanmıştır. Ancak, mevcut çalışmaların yeterliliği konusunda Jeoloji Mühendisleri Odası'nın raporlarında, Ankara'daki yapı stoğunun büyük bir kısmının deprem yönetmeliklerine uygun olmadığı ve kentsel dönüşüm projelerinin yetersiz kaldığı eleştirisi gözönüne alınmalıdır.
Ankara'da afet risklerinin azaltılması yönünde önemli adımlar atılmış olsa da, mevcut çalışmaların hızlandırılması, kapsamının genişletilmesi ve toplumun tüm kesimlerinin bu süreçlere aktif katılımının sağlanması acildir. Özellikle, yapıların depreme dayanıklılığının artırılması, kentsel dönüşüm projelerinin etkin bir şekilde uygulanması ve halkın afet bilincinin yükseltilmesi konularında daha somut adımlar atılmalıdır.
Ankara Deprem Haritası, Deprem Araştırma Dairesi Ankara
ABD Elçilik Arazisi
Kennedy Caddesi, 27 Temmuz 2023, Tanju Gündüzalp
16.000 m² büyüklüğündeki, çoğu yeşil ve yapılaşmasız ABD Büyükelçilik arazisi, elçiliğin Eskişehir yolu Çukurambar bölgesine taşınması ile boşalmıştı. Kentin merkezinde olan alan, yoğun yapılaşma içinde bir nefes noktasıydı. Son dönemde, Tunus Caddesi üzerindeki yüksek rantlı yapılar başta olmak üzere Kavaklıdere ve Ayrancı bölgesinde dönüşüm, yeni yapılaşma ve betonlaşma ile resmen bir oksijensizleşme bölgesine doğru gidilmekte ve ekosisteme büyük bir baskı kurulmuş durumda. Bölgenin trafik/araç yoğunluğuyla hava kirliliği ile gürültü kirliliğini artmış, alt geçit projeleriyle de yaya erişimi zorlaştırılarak kent içi ulaşım araç odaklı hale gelmiştir.
ABD Eski Elçilik Haritası, Google Earth’ten
Eski ABD Elçilik binası 3. derece arkeolojik SİT alanı içinde yer almaktadır. Alanın gelecekteki kullanımı, Ankara’nın kültürel ve siyasal belleğinin korunması açısından çok önemlidir.
Kent merkezinde yaşayanların ortak kullanımına açık yeşil alan eksikliği giderek artmaktadır. Bölgenin bir Elçilikler Kültür Parkı veya kamusal yeşil alan olarak değerlendirilmesi, kent ekolojisi için olumlu bir katkı sağlayacaktır.
ABD Parsel Bilgileri, Çankaya Belediyesi İmar Arşivi
Ani Sel Baskını ve Su Baskınlarına Açık bir Kent
Ankara, hızla artan nüfusu, çarpık kentleşme, yetersiz altyapı ve vizyonsuzlukla şehir selleri ve su baskınları açısından ciddi risklerle yaşamaya devam ediyor. İklim değişikliğinin tetiklediği aşırı yağışlar, betonlaşma ve doğa dostu altyapının eksikliği, kentin sele karşı direncini azaltıyor. Mevcut raporlar, Ankara’da yağmur suyu hatlarının yetersiz, hatta çok çok az olduğunu ve şehirde suyun yönetilmesinde ciddi eksiklikler bulunduğunu göstermektedir. Ayrık yağmur suyu hattı sisteminin hâlâ birçok bölgede tamamlanmamış olması, en küçük sağanakta bile yolların, alt geçitlerin ve düşük kotlu yerleşim alanlarının sular altında kalmasına neden olmaktadır.
Ankara’da taşkın ve sel riskini azaltmak için çeşitli planlar hazırlanmış olsa da uygulamada büyük eksiklikler devam etmektedir. DSİ ve Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı planlarda tespit edilen risklere karşı alınması gereken önlemler sıralanmış, ancak bunların büyük kısmı ya yeterince uygulanmamış ya da altyapı sorunlarının büyüklüğü karşısında yetersiz kalmıştır. Özellikle Çankaya, Yenimahalle, Mamak ve Altındağ gibi ilçelerde yaşanan su baskınları, mevcut drenaj sistemlerinin günümüz iklim koşullarına uygun hale getirilmediğini açıkça ortaya koymaktadır.
Ankara’da şehir sellerine karşı alınması gereken önlemler yalnızca boru çaplarını büyütmek veya kanal kapasitelerini artırmak gibi mühendislik çözümleriyle sınırlı olmamalıdır. Doğa tabanlı çözümler içeren "Sünger Kent" konsepti uygulanarak suyun yüzeyde akışa geçmeden toprağa sızması sağlanmalıdır. Ancak kentin hızla betonlaşması, araç odaklı asfalt belediyeciliği bu tür çözümleri giderek zorlaştırmaktadır. Ayrıca, sel risk haritalarının hazırlanması, erken uyarı sistemlerinin kurulması ve halkın ani sel durumunda nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Son yıllarda artan ani ve şiddetli yağışların devam edeceği öngörülürken, Ankara’nın hâlâ beton yığınlarına dönüşen bir kent anlayışıyla yönetilmesi, uzun vadede büyük bir felakete davetiye çıkarmaktadır. Yağmur suyunun doğru yönetilmediği, alt geçitlerde su birikmelerinin devam ettiği, dere yataklarının daraltıldığı ve doğal drenaj alanlarının imara açıldığı bir kentte, sellerin daha büyük kayıplara yol açması kaçınılmazdır. Ankara’da su yönetimi konusunda radikal kararlar alınmalı, doğaya uyumlu şehirleşme ilkeleri benimsenmeli ve altyapı çalışmaları bir an önce tamamlanmalıdır. Aksi takdirde, iklim değişikliğinin etkileriyle birleşen kent politikalarındaki yanlışların, Ankara’yı su baskınları açısından daha da riskli bir noktaya sürükleyeceği açıktır.
Beşevler, 30 Nisan 2024, Gazete Oksijen
Atatürk Orman Çiftliği: Talan, Rant ve Kaybedilen Kamusal Bellek
Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ), cumhuriyetin üretim ve kamucu ekonomi anlayışının en önemli miraslarından biri olarak kurulmuşken, yıllar içinde sistemli bir şekilde yağmalanarak sermayeye ve rant politikalarına peşkeş çekildi. AOÇ arazisi, bir zamanlar tarımsal üretimin, doğayla uyumlu kentleşmenin ve halkın ortak kullanım alanı olması gereken bir miras iken, 1980’lerden itibaren hızlanan özelleştirme ve yapılaşma hamleleriyle adeta yok edilmiştir. Bugün AOÇ, asıl kimliğinden uzaklaştırılmış, sermayenin ve siyasi güç odaklarının hizmetine sunulmuş bir rant alanına dönüştürülmüştür. Üretim merkezleri, fabrikalar, hayvanat bahçesi gibi halka ait olan yapılar ortadan kaldırılmış; yerlerine saraylar, lüks oteller, AVM'ler ve beton bloklar dikilmiştir.
AOÇ'nin talan edilmesi, sadece bir yeşil alanın kaybı değil; aynı zamanda kamusal mülkiyetin, halkın ortak değerlerinin nasıl göz göre göre sermayeye teslim edildiğinin en net örneğidir. Her biri ayrı bir hukuk ihlali içeren düzenlemelerle, plan değişiklikleriyle, acele kamulaştırmalarla bu alan, halkın değil sermayenin çıkarına sunuldu. Kültürel mirasın ve ekolojik dengenin yok edilmesi pahasına yapılan bu yağma, neoliberal kentleşme anlayışının en vahşi örneklerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
AOÇ’nin parçalanması sadece siyasi yapılarla da sınırlı kalmadı. Çimento fabrikasının kültür-sanata devşirilmeye çalışılması gibi plansız ve kimliksiz projelerle kamusal belleği yok edildi, edilmeye çalışılıyor. Çimento fabrikasının müze ve kültür sanat alanına dönüştürülmesi, geçmişin bir izini koruyor gibi görünse de, AOÇ’nin sistematik talanının üstünü örten bir vitrin projesinden öteye geçmemektedir. AOÇ arazileri, saray inşaatlarından otoyollara, AVM projelerinden özel sermayeye peşkeş çekilen parsellerle adım adım yok edilirken, halkın ortak değerleri piyasanın insafına terk edilmiştir. Oysa AOÇ’nin asli işlevi, betonlaşmaya değil, sürdürülebilir tarım, yeşil alan ve kent ekolojisine hizmet etmektir. Bugün çiftlik, halkın doğrudan erişimine kapalı bir rant sahasına dönüşmüş, ekolojik bütünlüğü ve tarımsal üretim potansiyeli büyük ölçüde zarar görmüştür.
Bu sürecin arkasında, sermaye ile iç içe geçmiş siyasal iktidarın doğaya, kamuya ve emeğe bakış açısı yatmaktadır. Kentleri ve kamusal alanları betonla boğarak, her bir ağacı ve toprağı metalaştırarak geleceğimizi ipotek altına alan bu politikalarla AOÇ'nin parçalanması ve yok edilmesi, sadece geçmişe değil, geleceğe de yönelen bir saldırıdır. Bu saldırıyı durdurmak, AOÇ'nin yeniden halka ait bir üretim ve yaşam alanı haline gelmesini sağlamak, ekolojik ve kamusal bir direnişin sorumluluğudur.
Planlı kentleşmenin, kamu yararının ve ekolojik sürdürülebilirliğin göz ardı edilerek sermaye ve siyasi iktidar için betonlaştırılan kentler, AOÇ’de olduğu gibi, halkın tarihsel ve doğal mirasını yok etmeye devam etmektedir. Bu yıkım süreci durdurulmadıkça, kentin hafızası ve doğayla bağı tamamen kopacak, gelecek nesiller yalnızca rant uğruna harcanmış bir ekolojik mirasın enkazıyla karşı karşıya kalacaktır.
Kamusal alanların özel sermayeye devredilmesi, doğaya ve tarihe yönelik neoliberal saldırının bir parçasıdır; bu saldırı, işçi sınıfının, köylünün, kent yoksullarının yaşam hakkına doğrudan kast eden bir talan politikasıdır. Atatürk Orman Çiftliği’nin asıl ruhu; üretimin, kamusal paylaşımın ve ekolojik dengenin korunmasıdır, sermayenin kültürel makyajlarıyla bu gerçek gizlenemez.
Atatürk Orman Çiftliği Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı, 2006, Ankara Büyükşehir Bel. İmar Dairesi
Atık Su Arıtma Tesisi ve Kullanım Sorunu
Ankara'nın atıksu arıtma altyapısı, özellikle Tatlar Atıksu Arıtma Tesisi'nin kapasite yetersizlikleri nedeniyle ciddi çevresel ve halk sağlığı sorunlarıyla karşı karşıyadır. Günlük 765.000 m³ arıtma kapasitesine sahip olan bu tesis, artan nüfus ve şehirleşme nedeniyle gelen atık su miktarını karşılamakta zorlanmaktadır. Bu kapasite yetersizliği, atık suların arıtılmadan Ankara Çayı'na deşarj edilmesine yol açmakta, bu da hem yerel ekosistemleri tehdit etmekte hem de halk sağlığı açısından riskler oluşturmaktadır.
Modern kentlerde, su kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir kullanımı için atık su ve yağmur suyunun geri kazanımı esas ve şarttır. Yağmur suyu toplama sistemleri, su dağıtım sistemlerinde temiz su ihtiyacını azaltırken, kanalizasyon sistemlerinde daha az yağmur suyu üretilmesini sağlar ve tatlı su kütlelerini kirleten yağmur suyu akışını minimize eder. Bu uygulamalar, su temini ve atık su miktarını azaltarak önemli faydalar sunar.
Ankara'nın mevcut atıksu arıtma sistemindeki eksiklikler, su kaynaklarının korunması ve çevresel sürdürülebilirlik açısından ciddi endişeler doğurmaktadır. Tatlar Atıksu Arıtma Tesisi'nin kapasite artırımı ve modernizasyonu için projeler geliştirilmiş olsa da, finansman ayrılmaması bürokratik problemler ve vizyonsuzluk bu projelerin hayata geçirilmesini gecikmektedir. Bu durum, atık suların arıtılmadan doğal su kaynaklarına karışmasına ve ekosistemlerin zarar görmesine neden olmaktadır.
Sonuç olarak, Ankara'nın atıksu arıtma altyapısının iyileştirilmesi ve modern su yönetimi uygulamalarının benimsenmesi, hem çevresel sürdürülebilirlik hem de halk sağlığı açısından kritik öneme sahiptir. Atık su ve yağmur suyunun etkin bir şekilde geri kazanımı, su kaynaklarının korunmasına ve kentsel alanlarda yaşam kalitesinin artırılmasına mutlak olumlu yansıyacaktır.
Tatlar Atıksu Tesisi Yetersiz, 1 Ekim 2023, Dursun Yıldız, Su Politikaları Derneği web sayfası
Avcılığın Ekolojik Zararları
Avcılık, doğadaki ekosistem dengesini bozan en büyük tehditlerden biridir. Türlerin yok olmasına yol açarak biyoçeşitliliği azaltır, popülasyon dengesini bozar ve besin zincirini altüst eder. Yırtıcıların veya av hayvanlarının aşırı avlanması, doğal dengeyi bozarak ekosistemlerin çökmesine neden olmaktadır. Özellikle nesli tehlike altındaki türlerin avlanması, geri dönüşü olmayan kayıplara yol açmaktadır.
Ayrıca, avcılık sadece bireysel hayvan ölümleriyle sınırlı kalmaz; silah sesleri, köpeklerin kullanımı ve insan hareketliliği, yaban hayatını strese sokarak üreme, göç ve beslenme davranışlarını değiştirir. Doğal yaşam alanlarına yapılan müdahaleler, orman ekosistemlerini tahrip eder, toprağı ve su kaynaklarını kirletir. Kaçak avcılık ve trofe avcılığı ise sadece ekolojik değil, etik ve sosyal bir yıkımı da beraberinde getirir.
Avcılık, ekolojik sistemin bir parçası değil, aksine onun sürdürülebilirliğini tehdit eden bir insan faaliyetidir. Doğal yaşamın korunması için avcılığın kısıtlanması, koruma alanlarının genişletilmesi ve yaban hayatını destekleyici politikaların hayata geçirilmesi şarttır. Aksi takdirde, sadece bazı türleri değil, ekosistemin tamamını geri dönülemez bir yıkıma sürüklemiş olacağız.
Bahçelievler Semt Hali Yerine Yaşam Merkezi Projesi Değil Açık Alan
Bahçelievler’de 1980’lerden bu yana pazar yeri olarak kullanılan ve semt kültürünün önemli bir parçası olan semt hali yıkılarak yerine büyük ölçekli bir Yaşam Merkezi projesi planlandı. Yıkım ve kazısı bitmiş, bu sırada kökleri zayıflayan adanın ağaçları bir gece deyok edilmiş ve inşaat yeraltı otopark katlarında sürmekte. Halkın, odaların, plancıların ve akademisyenlerin itirazlarına rağmen, 18.900 m² inşaat alanına sahip bu proje, mahallede yeni bir yoğun yapılaşma sürecini başlatmış durumda. Mevcut projeye göre yalnızca 4.000 m²’si açık alan olarak öngörülen tasarımda, bunun büyük kısmının da kamusal alan olarak düşünemeyeceğimiz teras katı dahil edilerek hesaplandığı görülmekte.
Yeşil alanları, yaya dostu sokakları ve mahalle kültürüyle dönemin ilk planlı mahallelerinden olan Bahçelievler, yeşilini, yayalığını, dokusunu gün gün hızla kaybetmekte. Son yıllarda artan yerinde dönüşüm ve betonlaşma ile yüksek yoğunluklu yapılaşma, mahalleyi, sosyal/fiziki dokuyu ve bölgenin kimliğini tehdit etmeye devam ediyor. Yaşam Merkezi Projesi’nin Bahçelievler’in özgün mimari dokusuna zarar vereceği, trafik yükünü artıracağı, kentsel ısı adası etkisini büyüteceği ve mahallede yeşil alan ihtiyacını göz ardı ettiği net ve açıktır. İklim krizinin giderek derinleştiği günümüzde, kentlerin daha dirençli hale getirilmesi gerekirken, mevcut planın yeşil alan ve açık kamusal alan ihtiyacını karşılamaması ciddi bir sorundur. Ayrıca, halkın karar alma süreçlerine dahil edilmemesi, modern şehircilik ilkelerine ve kent hakkına aykırı bir durumdur.
Yerel halk, sivil toplum ve akademisyenler, söz konusu projenin iptal edilerek daha fazla açık yeşil alan içeren bir imar planı değişikliğinin yapılmasını, bu sürecin halkın katılımı ile yürütülmesini ve Bahçelievler’in özgün kent dokusunu, kamusal alanları koruyacak bir yaklaşım geliştirilmesini talep etmektedir. Mahalle halkının yaşam kalitesini olumsuz etkileyen ve kamu yararını gözetmeyen bu tür projelerin yerine, daha çevreci ve katılımcı planlama süreçlerini benimsemek yerel yönetimlerin asıl sorumluluğudur.
Bahçelievler Semt Meydanı Önerisi, 2 Ağustos 2023, Emek-Bahçelievler Eski Dostlar Facebook sayfası
Başkent Millet Bahçesi ve AKM Alanı: Kentin Kimliğinin Silinişi
Ankara Atatürk Kültür Merkezi (AKM) alanının Başkent Millet Bahçesi’ne dönüştürülmesi, yalnızca bir peyzaj değişikliği değil, aynı zamanda Ankara’nın hafızasına yönelik ciddi bir müdahaledir. AKM, son 100 yılın ve modern zamanın kentleşme ve kamusal alan anlayışının bir simgesidir. Başkent Millet Bahçesi ’nin, Ankara’nın kültürel ve tarihsel belleğinde önemli bir yer tutan Atatürk Kültür Merkezi (AKM) alanına yapılması, kentin kimliğini ve kamusal alanlarını yok eden bir dönüşüm sürecinin parçasıdır. Yıllarca bilimsel, sanatsal ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmış, Ankara’nın sosyokültürel yapısında önemli bir yer tutmuştur. Halkın ve uzmanların görüşleri alınmadan bu alanın betonlaşmış bir “millet bahçesi” projesine dönüştürülmesi, kamusal alanları koruma anlayışına aykırıdır. Süreç; bilimsel ve demokratik kent planlaması ilkelerinden uzak, merkeziyetçi bir karar mekanizmasıyla ve bir oldu bittiyle yürütülmüştür.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Şehir Plancıları Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası gibi uzman meslek örgütleri tarafından yapılan itirazlar ve yargı kararları, projeye ilişkin ciddi planlama hatalarını ortaya koymaktadır. Hukuki süreçlerde, yapılan plan değişikliklerinin şehircilik ilkelerine ve kamu yararına aykırı olduğu vurgulanmış, ikinci kez yürütmeyi durdurma kararı alınmıştır. Buna rağmen, AKM’nin tarihi ve kentsel bağlamı göz ardı edilerek, alanın hafızasızlaştırılması yönündeki ısrar ve bahçe adı altında yapılaşma sürmüştür.
Millet bahçesi projeleri, kent içinde yeşil alan yaratma iddiası taşısa da çoğu zaman doğayla uyumlu bir planlama yerine, altyapı ve ticari odaklı bir dönüşümün aracı olarak kullanılmaktadır. AKM’nin bulunduğu alanın, asıl kimliğini koruyarak yeniden işlevlendirilmesi gerekirken, köklü bir dönüşüme tabi tutulması Ankara’nın hafızasını silmek ve kent tarihinin simgesel mekanlarını işlevsizleştirme anlamına gelmektedir. Kent planlamasında katılımcı, bilimsel ve korumacı bir yaklaşım benimsenmeli, kamu yararı gözetilmeli ve AKM’nin simgesel değeri korunmalıdır. Ankara’nın kültürel mirasını korumak, kamusal alanları halkın ihtiyaçlarına uygun şekilde dönüştürmek ve ekolojik bir kent politikası sürdürmek zorundadır yönetenler.
Büyükşehir Belediye Binası’ndan Başkent Millet Bahçesi, 18 Temmuz 2020, Tanju Gündüzalp
Beşevler’de Cami ve Külliye Projesi İnadı
Beşevler'de, Turizm Okulu ve Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı’nın hukuksuzca yıkılması ile ortaya çıkan 50 bin metrekarelik kamusal alana cami ve külliye inşa edilmesi planı, halkın önceki itirazları ve mahkemenin üç kere iptal kararı dikkate alınmadan belli zaman aralıkları ile yeniden yeniden gündeme taşınmaya çalışılmakta.
Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 2024/1505 sayılı kararında önceki planın “bilimsel ve teknik temele dayanmadığı, araştırmalara ve ihtiyaç analizine yer verilmediği… plan değişikliği işleminin, imar mevzuatının ilgili hükümlerine, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olmadığı” açıkça ifade edilmesine rağmen, 30 bin metrekareden fazla inşaatı içeren benzer bir plan yeniden askıya çıkarılmıştır.
Hem ekolojik dengeyi bozacak hem de kentsel yapıyı olumsuz etkileyecek bu yapılaşma inadıyla alanın beton yapılarla kaplanmasının, mevcut yeşil/toprak alanın yok edilmesine ve bölgenin doğal su drenaj sisteminin bozulmasına yol açacağı açıktır. 10 dakikalık bir yağışla Beşevler metro istasyonda oluşan su baskını unutulmuş olamaz. İklim değişikliğinin geldiğini noktada toprağa, geniş yeşil alan ve meydanlara ihtiyaç olduğunu ortada iken, yaşanan aşırı hava olayları göz önüne alınarak bölgede beton, asfalt içermeyen bir yeşil alana ihtiyaç olduğu açıktır. Askıya çıkarılan planda iklim değişikliğinin geldiği noktanın dikkate alınmadığı görülmektedir.
Kentsel açıdan bakıldığında Beşevler bölgesi, üniversiteler ve eğitim kurumlarıyla çevrili bir alandır. Bu alana büyük ölçekli bir cami ve külliye kompleksi eklemek, bölgenin mevcut mimari ve sosyal yapısını bozacağı gibi, mevut planlama kararlarına görece uyumlu dokuyu da yerle bir edecektir. Beşevler'de kamusal alana cami yapılması, ekolojik dengeyi ve kentsel bütünlüğü tehdit eden bir girişimdir. Bu nedenle, bölgenin mevcut yapısını ve doğal özelliklerini koruyacak alternatif planlamalar değerlendirilmeli ve boşaltma mimarlığı uygulanmalıdır.
Gazi Hastanesi’nden bakış, 16 Ağustos 2023, Tanju Gündüzalp
Çiğdem Mahallesi’nde Orman Talanı
Ankara’nın kalbinde yer alan Çiğdem Ormanı, sistematik bir talanın kurbanı oluyor. Önce özelleştirme, sonra imar planı değişiklikleriyle, kent içinde kalan bu değerli ormanlık alan ranta açıldı. Mahalle halkının ve doğa savunucularının tüm itirazlarına rağmen, sermaye ve beton lobisi bir kez daha kazandı. Yıllardır nefes alma alanı olan, biyoçeşitliliği destekleyen ve kentin ısı adası etkisini azaltan bu ekosistem, inşaat projelerine kurban ediliyor.
Ankara’nın bir zamanlar planlı şekilde oluşturulan yeşil kuşakları, son yıllarda bilinçli bir şekilde yok ediliyor. Ormanlık alanlar, tarım arazileri ve doğal yaşam alanları, rant projeleri için birer birer feda ediliyor. Çiğdem Ormanı da bu vahşi kentleşme sürecinin son kurbanı. Ormanın özelleştirilmesiyle başlayan süreç, alelacele yapılan imar planı değişiklikleriyle tamamlanıyor. Halka danışılmadan, doğanın hakları gözetilmeden alınan bu karar, Ankara’nın geleceğini betonun ve asfaltın boğucu etkisine mahkûm ediyor.
Bu karar sadece bir ağaç kıyımı değil, aynı zamanda ekolojik ve sosyal bir yıkımdır. İklim krizinin her geçen gün derinleştiği, su kaynaklarının azaldığı, sıcaklıkların arttığı bir dönemde, yeşil alanları ranta kurban etmek, doğrudan insan hayatına kastetmekle eşdeğerdir. Ankara halkının yaşamsal hakkı olan yeşil alanlar, birkaç imtiyazlı kişi ve şirketin çıkarları uğruna feda edilmiştir. Kentin ortasında yükselen her yeni beton blok, yok edilen bir ekosistem, solunamayacak bir hava ve gelecek nesiller için geri dönülemez bir tahribat anlamına geliyor.
Bu orman katliamı, yalnızca Çiğdem Mahallesi’nin meselesi değil, tüm Ankara’nın ve hatta tüm ülkenin ekolojik geleceğine yönelik bir tehdittir. Halka rağmen, bilime rağmen, doğaya rağmen alınan bu kararlar kabul edilemez. Ankara’nın kalan son nefes alanlarına sahip çıkmak, bu rant düzenine karşı örgütlü ve kararlı bir direniş sergilemek zorundayız. Çiğdem Ormanı'nın talanı, kentlerin nasıl yönetildiğinin ve doğanın nasıl gözden çıkarıldığının en somut göstergelerinden biridir. Bu mücadele sadece bir ormanı değil, geleceğimizi savunma mücadelesidir!
3 Eylül 2024, Kısa Dalga
(İHD Ankara Şube Afet ve Ekoloji Komisyonu 2024 yılı İç Anadolu Bölgesi Ekoloji Raporu’nun Ankara içi bölümü olarak Tanju Gündüzalp tarafından kaleme alınmıştır. 3 bölüm halinde sizlerle paylaşacağız.)
Devamında...
- Eymir Gölü’ndeki Balık Ölümleri, Ekolojik Bir Acil Durum Çağrısıdır
- Güvenpark Restorasyonu ve Betonlaşma Sorunu
- Hacettepe Ormanı Yapılaşmaya Açılamaz
- Hastanelerimizi Kapatmayın! Halkın Sağlığıyla Oynamayın!
- Hurdacılar Sitesi Yangını ve Çevresel Etkileri
- İmrahor Vadisi Millet Bahçesi, Yapılaşma ve Beton Bahçeler
- Kentsel Dönüşüm
- Kızılırmak Suyu İçme Suyu Olarak Kullanılamaz
- Kutlama, Düğünlerde Havai Fişek Kullanımı ve Yarattığı Çevre Sorunları
- Milli Egemenlik Parkı: Halktan Koparılmaya Çalışılan Park
- ODTÜ Rant Yolu İptal Edilmelidir
- Sevgi Vakfı’nın Lokman Hekim Üniversitesi’ne Arazi Tahsisi
- Şimşek Sokak Konut Bölgesi Olarak Kalmalıdır
- Yakacık vb Alanlarda Kaçak Hafriyat Dökümü Engellenmelidir
- Yanlış Ağaç Budamalar Ekolojik Suç Kapsamına Girmelidir
- Yaşam/Yaya Sokaksız Semtler, Mutlu ve Erişilebilir Kent